Pages

31 Ekim 2012 Çarşamba

Etkinlik metkinlik :)


Uzun bayram tatili bitti. Bizde hızlı bir başlangıç yapıp arayı kapatalım dedik çocuklarla. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramını bir gün gecikmeli de olsa kutladık. Aslında tatile gitmeden de bahsetmiştik. Sınıfımızı falan süsleyip gittik tatile.  



Neyse efenim biz şiirlerimizi, şarkılarımızı okuduk. ve bu güzel etkinliği yaptık. Grapon kağıtlarının yuvarladık. Yuvarlarken yorulduğumuz için  bazıları eçiş bücüş oldu. Olsun öğretmenimizde zaten Türkiye'yi biraz yanlardan basık çizmiş :) 





Aslında Kurban Bayramı için de ailelerimize güzel bir bayram kartı hazırlamıştık. Gayet hoş olmuştu, kendi yaptığımız etkinliği koyacaktım ama fotoğraf çekmeyi unuttuğum için önceokulöncesi.com sitesinden aldığım örneği sergiliyorum. Bizde bu sevimli koyunların aynısından yaptık. Ortasına da ailemizin bayramını kutlayan yazı yazdık.



Bugünlük bu kadar bundan sonra yaptığımız çalışmalardan daha fazla eklemek istiyorum (tabi vakit buldukça). 




24 Ekim 2012 Çarşamba

Kutlu Mutlu Huzurlu BAYRAMLAR


   Efendim bayaram gelir hoş gelir safa  gelir.

   Dünya genelinde uzaktakiler valizleri hazırladı, yol öte berisini tamamladı :) yıka, sil, süpür, alışveriş, tatlı, tuzlu derken alalacele anlamadan mübarek arefe günüde geçiverdi, bayram geldi.

   Bayramı gurbette geçireceklere, evde bekleyeceklere, el öpeceklere, eli öpüleceklere, tatilcilere, nerede eski bayramlar diyenlere, minik bebelere hasılı herkese af ve afiyet dolu bayramlar

hayvanlar aleminde bayram......:)







       












22 Ekim 2012 Pazartesi

Sevindirik Olmak :)

  He hey ben çok mutluyum bugün. saat 17.00 den önce evdeydim. Çok mutluyum. yapılan haksızlığın giderilmeye çalışılması güzel. ee ne var bunda diyecek olanlar vardır. Ben bazı yanlışlıklardan ve suistimallerden dolayı bazı günler 40dk bazı günler ise 90dk fazladan çalışıyordum(hiçbir ücret almadan) ve bu zorunluydu. Neyse efenim biz veryansın ede ede sonunda biraz düzeltme yaptılar. 

 Tabi önceden sevinmeye başlamış olabilirim. Tekrar değişiklik yapılır mı bilemiyorum. Değişiklik yapılırsa da haksızlığın düzeltilmesi için ben farklı yollar aramaya devam ederim. Ortam germeye hiç gerek yok değil mi ama. Nasıl ki bu ülkede hiç kimse bedavaya 10dk bile çalışmıyor bende çalışmak istemiyorum. Ee nerde kaldı senin fedakarlığın diyenler; ben yeterince tolerans gösteriyorum zaten. 
Neyse efenim verhasıl kelam bugün eve erken geldim yarın daha da erken geleceğim.                          MUTLUYUM, MUTLUYUZ SİZLERİDE MUTLU GÖRMEK İSTİYORUZ... 

20 Ekim 2012 Cumartesi

Sleeq & Najwa Latif - Untuk Dia

   BU NE YAA :) :) Kesinlikle ne söylüyorlar hiç mi hiç anlamadım ama sevdim.Evet evet gerçekren sevdim.Paylaşmış bulunduğum video youtube denen canavarda 8 000 000 dan fazla izlenmiş.Bence PSY denen ne idüğü belirsiz gag... bi şeyden daha şirin (kişisel yorum o da kendince güzel bi şey yapmış saygı duyarım, tebrik ederim)

   Ben bu videou nereden buldum, alakam ne, nasıl oldu da blogda paylaşmak istedim bilmiyorum.Şu an şu şahsı münhasırları araştırmak için vaktimde yok.Salı seminerim var ona sular seller gibi çalışmam lazım, ben burada ne yapıyorum acaba!??

   Yoytube yarumları çok hoşuma gitti, yani anladıklarım.Hangi ülkenin vatandaşları, hangi dili konuşuyorlar, ne yer ne içerler,.... haberim yok.Neticede müzik evrensel deyip pek bir sevdim yavrucakları. Seminerden sonra arayıp tarayıp tanıtımını yaparım:) Zaten tanıyanlar var ise banada tanıtsın çok hora geçer:)

Neyse yine uzattım iyi seyirler


15 Ekim 2012 Pazartesi

Djokovic Kazanır


  Hafta sonu uyku düzenim tamamen tepetaklak oldu yine. Kendime gelmem bir iki gün sürecek herhalde. Neyse efenim pazar öğleden sonra uykuya yatan ben gece bir  de uyandım. Ne okusam  ne izlesem derken kanalları gezeyim dedim. o da ne ntv spor da atp world tour Şanghay var. Hem de benim en sevdiğim tenisçi Novak Djokovic var. Ama bizimki yenilmek üzere gibi duruyor.Tüm avantaj Andy Murray'de. Djokovic şampiyonluk sayısına sürekli cevap veriyor. Uzun süren ralliler, Murray'nin yaptığı hata ve seti Djokoviç alır. Setlerde durum bir-bir'e gelir ve maç 3. sete uzar. Derken 3.sette Djokoviç daha zinde kalarak 3 saatten fazla süren maçı kazanır.                                                                                          
 
kazananlardan bir kare
  Maçtan bir bölüm Novak Djokovic ne kadar çabaladığını gösteren sahne (hakkını yemeyelim Murray' de çok çabaladı.). 


13 Ekim 2012 Cumartesi

Muhterem Televizyon


   1924 yılında John Logie Baird adında İskoç bir mühendis tarafından bulunan, Amerikalı Philo Taylor Farnsworth adında bir genç tarafından geliştirilen, etrafına görüntü ve ses saçan bir cihaz, televizyon…

   Büyükler anlatırlardı ve hep çok gülerdim. Eskiden televizyonun evlerde yeni yeni yer almaya başladığı zamanlarda, tüm konu komşu televizyonu olan evlere toplanırmış. Ev sahipleri misafirlere hizmet edeceğim diye o gece sabırsızlıkla bekledikleri heyecanlı filmi seyredemezlermiş. O gün başlamış televizyona hizmet, şimdi de yanına kocaman bir minnet eklendi.Evimizin ve hayatımızın en güzel köşesine yerleşen, hizmet ettiğimiz, minnet duyduğumuz muhterem televizyon..Kendisi büyüyüp, görüntü kalitesi arttıkça, hayat kalitemizi düşüren muhterem, yani saygıdeğer televizyon… Evlerimizin en başköşelerinde kurulmuş oturan, ailemizin en kadim üyesi…

   Birbirimizin gözlerinin içine bakmıyoruz ona baktığımız kadar. Birbirimizi dinlemiyoruz onu dinlediğimiz kadar. Hangimiz birbirimize ayırıyoruz ona harcadığımız kadar zamanı? Kumandaya dokunduğumuz kadar birbirimizin ellerine dokunsaydık, olur muydu bunca anlaşmazlık aramızda? Onun başında geçirdiğimiz zamanları uç uca dizsek, buradan aya yol olurdu, onunla meşgul olduğumuz kadar kitap okusaydık, her birimiz en iyi profesörler olurduk. Onunla ilgilendiğimiz kadar çocuğumuzla ilgilenseydik, işlenir miydi bu kadar suç? O mahkûmlar elleri kelepçeli mi doğdu annelerinden? Onlar da masum bir melek değil miydi bebekken? Anne babalarının ilgisine ve sevgisine doysalardı, yaparlar mıydı bu denli büyük yanlışları.

   Sayesinde öyle yabancılaştık ki birbirimize, ama en çok da kendimizden uzaklaştık. En güzel zamanlarımızı karşısında tükettik fütursuzca. Zenginliğimiz ölçüsünce sayısını artırıp, her odaya birer tane koymayı marifet saydık. Onun bozulması en büyük kabusumuz oldu, elektriklerin kesilmesi ise en büyük stres kaynağımız. Televizyona öyle büyük bir yer açmışız ki hayatımızda, boşluğunu hiç bir şeyle dolduramaz hale geldik.

   Korkuyoruz onsuz kalmaktan. Çünkü o giderse ortaya dökülüverecek her şey, iletişimsizliğimiz, başarısızlıklarımız ve beceriksizliklerimiz… Oturma odalarımızda nice yeteneklerimizi körelttik oyuncuların film setlerinde ustalıkla sergilediği yeteneklerini izlerken. Biz kaybettikçe onlar kazandı, o tanımadığımız kişiler… Ne güzel resim yapardık eskiden, kimimiz şiire meraklıydı, kimimiz müziğe âşıktı, kimimiz ne büyük bir hitabet ustasıydı…

   Ailemizin masumiyetini kaybettik, yeni çıkan dizilerdeki kurgulanmış oyunları izlerken. Mutluluklarımızı tanımadığımız insanların hayatlarından haberdar olmak pahasına yitirdik ve merakımızla değiş tokuş ettik aynı zamanda. Yayındaki dizilerde oynayan çocukların film icabı üzülmelerine ağladık da, yanı başımızda bizden medet umarak, etrafımızda fır dönen çocuğumuzun üzüntülerinden bihaber kaldık. Umursamazlığımızla küstürdük onları. Yalanların ve ahlaksızlıkların yanlış olduğunu anlatırken, izlediğimiz ve izlettiklerimizle çelişkiler sunduk geleceklerini hiçe sayarak. Bunca karmaşayı anlayamayacak kadar saf ve masum beyinlerini, en çetrefilli görüntülere yönelttik, bilerek ya da bilmeyerek tükettik minik yavrularımızın masumiyetlerini.

   90’lı yıllarda ilk özel kanalın açılmasıyla başladı bu debdebeli ve parıltılı tükeniş. “Televizyon iyi bir öğreticidir.” diye kandırdılar hepimizi. İzlediğimiz gerekli gereksiz görüntüler tertemiz bilinçaltımıza işlendi teker teker ve hiçbir işimize odaklanamaz hale geldik. Ne çok sevinmiştik yeni kanallar açılıyor diye, özel kanalların “özel” liğinin özel hayatımızı hedef almasından kaynaklandığından habersizdik.

   Şimdi “Çıkar hayatından televizyonu.” desek çoğu aileye, birbirine yabancı yığınlarca insan görürüz. Aynı yatağı paylaşan, aynı kaptan yemek yiyen, aynı soyadı taşıyan ama birbirini hiç tanımayan… Ufak bir elektrik kesintisinde bile stres yaşayan insanlar, aman dizimiz kaçmasın diyerek dost ziyaretlerinden vazgeçenler, misafir kabul etmeyenler televizyon uğruna ve onun yokluğunda da yapayalnız kalacak olanlar… Yazık değil mi güzel gözlerimize, yazık değil mi ki boş bilgilerle doluyor da zihnimiz, bir türlü dinlenemiyor. Dinlenmek üzere karşısında saatlerce yatıyor, ama bir türlü rahatlayamıyoruz. Aksine daha çok yoruluyor vücudumuz, artıyor hayata karşı tedirginliklerimiz ve güvensizliklerimiz.

   Televizyon başına çocuğunu oturtup evi pırıl pırıl yapan sevgili anne, farkında mısın evin ışıldarken evladının gözlerinin ışığı sönüyor, masum boş zihni nelerle doluyor farkında mısın? Artık öyle bir çağdayız ki, şu televizyonlar olmasa, bu zenginlik içinde çocuklarımız açlıktan ölürlermiş. “Reklam olmadan çocuğum yemek yemiyor.” diye anlatıyor kimi anneler. Eskiden annelerimiz, babalarımız aç mı kalmış televizyon hayatlarında yok diye. Sağ salim çıkabilmişler bu güne. “Gece yarılarına kadar uyumuyor bu çocuk” diye dert yanan babalara sormalı. Genlerinde bir televizyon hayranlığıyla mı doğdu bu televizyon müptelası çocuğunuz? Acaba sebebi, anne ve babasının saatlerce gözlerini alamadığı bu sesli ve renkli kutuya çocuğun da duyduğu doğal merak olabilir mi?

Reklamların şatafatı karşısında çocuğunun şaşkınlıkla açtığı ağzına tıktığı her lokmayı kar sanan anneler, farkında mısınız ki her kaşıkta zehir gönderiyorsunuz minik yavrunuzun ruhuna? Böyle yemek yemesindense yememesi belki de daha doğru. Çünkü açlık bir şekilde kapatılır da, ruhu zarar gören çocuğunuzun ruh sağlığının telafisi yok. Televizyon başında büyüyen çocuklar, tek taraflı iletişime uzun süre maruz kalmaktan, sosyal hayatta kendilerini ifade edemiyorlar, dikkatlerini toplayamıyorlar ve saymaya kalksak sayfalar tutacak bir sürü yapamama durumu.

   Son 3 yıldır hemen hemen hiç televizyon izlemiyorum. Bir şey kaybettiğimi de düşünmüyorum. Hâlâ nefes alabiliyorum ve hâlâ sağlıklıyım. Tersine neden bu kadar geç kaldım kapatmak için diye üzülüyorum boşa geçen zamanlarıma. Keşke izin verseydim, geçen senelerde eşimin “Televizyonu pencereden aşağıya atalım” teklifine. O zaman daha erken başlamış olurdum gerçekten yaşamaya.Onun parçalanmasını izlerdim, zihnimde açtığı yaralar ve benden çaldığı zamanlar yerine.Evimizde hiç televizyon izlenmemesine rağmen eşimle yapacaklarımız konusunda zamanı yetiremiyoruz. Kitap, gazete okumak, heyecanla ve özenle seçtiğimiz filmleri izlemek, kendimizi geliştirmek üzere çalışmalar, sohbet edip çayımızı yudumlamak, fırsatını buldukça doğaya çıkmak, temiz havada yürüyüş yapmak boş zamanlarımızı süsleyen güzelliklerden. İhtiyacımız yok ki televizyon açmaya. O kadar bol zamanımız da yok zaten. Ayrıca hakkımız yok ki, masum minik meleğimizin saf ve temiz zihnini gereksiz ve faydasız onlarca şeyle doldurmaya. Televizyonun onun gelişimine zarar vereceğini, ileride ciddi kişilik sorunları yaşayacağını bile bile nasıl müsaade ederiz minik kızımızın bu zarara maruz kalmasına.

   Ayrıca Hürrem’in entrikalarını bilmemek, Fatmagül’ün suçunu öğrenmemek hiç bir şey eksiltmiyor ki hayatımızdan… Tartışma programları derseniz, reyting kaygısıyla birbirlerini nasıl yiyip bitireceğini düşünen adamların hayatımızda olmaması daha iyi. Haberlere gelince, yemek soframızda radyodan dinlemek daha keyifli, günlük gazetemizden haberleri okumak daha kolay ve eğlenceli…
Muhterem televizyon, çok bile kaldın, çık artık hayatımızdan…

Gonca Anıl-ÇOCUK&AİLE

8 Ekim 2012 Pazartesi

Bunlar Nasıl Taş

   Yoruldum sanki evet evet yoruldum.2* yaşındaysan ve hala öğrenciysen hayat gerçekten çok zor :) :) Gözlerim yeterince kızardı,Bir süre herhangi bir  şey okumasam olur mu, artık T.O.P. dinliyorum bu normal mi, ben çok mu gamsızım.....???

   Merak etmeyinn benimki geçici şok.Sunum-seminer, ara-tara bul makale yaz-sil baştan başla.. sonuç şuur kaybı.Yazımazın başından da anyacağınız üzere hala ama hala tweety ve cedric izleyicisi olduğum doğru.İzlerim, severim, hayranıyım, tahşidatını bile yaparım.

   Neyse taş demiştim hemen konuya dönüyorum Martha Stewart tayzem ne orjinal kadın yine yapmış yapıştırmış ve yakıştırmış.Sitede gezerken öyle taşlar gördüm ki bende yapacağım. Malzemeler yine kolay mı kolay ve bence her yaş grubuna hitap ediyor:) çocuğunuza arkadaşınıza hatta annenize bile yapabilirsiniz.Ben arkadaşıma hazırlamayı düşünüyorum taşların üzerine yazılmış bizde anısı olan kelimeler, cümleler ... vs.

Fikir benden uygulama sizden sayın okuyucularımız.Buyrun taşlarımız:







5 Ekim 2012 Cuma

Boyun Egzersizi

Eğlenceli Mandallar



  İnternette gezinirken benle çokda ilgisi olmayan ama her nasılsa kendimi bir an içinde bulduğum bloglardan birinde insan aklı nelerde yapmışlar dedirtecek eğlenceli mi eğlenceli, hayal gücünün iyi çalıştırıldığı mandallarla karşılaştım.Dedim ki hemen blog canımda paylaşayımda arkadaşlarda faydalansın :) eşine, dostuna, kardeşine, annene, ninene, sevgiline.... canın kime isterse yap mutlu mesut olsun.

   Malzemeler çok basit karton-kağıt-boya-yapıştırızı-iğne-kürdan vb.Çok eski bir blog (son yayın 2008) ve ingilizce.Blog'da yapılış şeklinide anlatmamışlar bende denemediğim için detaylandıramıyorum:( Artık görselden yararlanırız:)


ATM Er Rak Error

 
   Baştan sona hiç sıkılmadan bir film izlemek istiyorsanız bu filmi izleyin derim.

   Ben genelde bir şeyler izlerken diğer işlerimi de hallederim(izlediğim filmin alt yazılı olması fark etmez). Hani oturup da her saniyesini izleyenlerden değilim. bu filmde öyle olmadı; zaman çabucak aktı ve ben film biterken hala gülüyordum.Filmin konusundan kısaca bahsedecek olursak Suer ve Jip aynı bankada çalışmaktadırlar, çalışanların kesin uyması gereken bir kural vardır; çalışanlar arasında aşk ilişkisi yasaktır.Suer ve Jip ise işten kovulma tehlikesine rağmen 5 yıldır gizli bir ilişki yaşamaktadırlar.Bu sırrın ortaya çıkacağından ve başlarına geleceklerden korkan Suer kız arkadaşı Jib'e evlenme teklif etmeye ve onun bankadan istifa etmesini sağlamaya karar verir.Jib işinden ayrılmayı reddettiği zaman her şey tepetaklak olur.Tam bu arada bankanın ATMlerinden biri fazladan para verir. Olayın düzeltilmesi Jip sorumluluğuna verilir. Çiftimiz bir iddiaya girer.Jib Suer’ya bu işi hallederse kendisinin istifa edeceğini söyler.Eğer beceremezse ise Suer istifa  edecektir.Bakalım iddiayı kim kazanacak?

   Bir göz atmak isteyene iste fragmanı:


http://www.youtube.com/watch?v=c-JXLx-ygvM

   Ben karakterleri çok sevdim. Bazı anlar beni benden aldı denilebilir. Filmde herkes mimiklerini çok iyi kullanmış. Şahsen Taylandlıları pek fazla beğenmem. Favori Tayland filmim olan Bangkok of the traffic'deki tipler itici gelmişti biraz (film çok güzeldir bir ara ondan da bahsederiz).Bu filmdekiler öyle değil;en azından ilk başta tiplere bakıp film izleyen arkadaşlarda izleyebilirler.

Bu kadar kısıtlı bır konudan bu kadar komik bir film ortaya çıkaranları tebrik ederim. Neyse efenim uzun lafın kısası; izledikten sonra sizi pişman etmeyecek tamamen kahkahalara boğacak(garantili) film. :D
 
İyi seyirler :)
 
Ülke:Tayland
Dil:Tayca Bilinen Adı: ATM / Er Rak Error 2012 / ATM Error 2012
Yönetmen: Mes Tharatorn

Oyuncular: Chalermpon Thikumporn-teerawong
Chantawich Tanasewi
Preechaya Pongthananikorn
Puttachad Pongsuchat
Thawat Pornrattanaprasert
Yanee Tramoth
Yıl:
19 Ocak 2012
Tür: Komedi, Romantik


İzlemek için link:

4 Ekim 2012 Perşembe

Kolay Gül Böreği


   Bu aralar ne kadar ikamet ettiğim şehir gül görme haddini yeterince doldursada bir sitede  gül böreğini  görünce iştahım açıldı.Zira hem çok kolay hem pek bir güzel olmuş.Hemen tarifi vereyim

   Gül şeklinde bu mini börekler özellikle çay saatleri için hem hoş görünüşü hem de tadıyla çok uygun bir tarif. Salamlı gül böreği yapılırken bildiğimiz mayasız hamur kullanılabilir.Ama milföy hamurunu özellikle tavsiye ediliyor.

   Kolay salamlı gül börek için  2 kaşık margarin, 1 bardak kadar süt, 1 yumurta,yarım çay kaşığı kabartma tozu tuz ve alabildiği kadar un kullanılır.Yumuşak bir hamur yapıp 20 dakika kadar naylona ya da beze sarılı şekilde bekletilir daha sonra tekrar yoğurup yarım santim kalınlığında açılır hamur kesme rulosu ile aşağı yukarı 2 cm kalınlığında şeritler kesilir( çok düzgün şeritler olması zorunlu değil) salam dilimlerini ortadan ikiye bölüp üzerine fotoğraftaki gibi yerleştirip rulo yapılır.Bu şekilde yağlı tepsiye dizilen börekler 20-25 dakikada pişirilir.Afiyet olsun :)


3 Ekim 2012 Çarşamba

Can Sıkıntısının İki Kaynağı


   Bilhassa uzun mesafe uçak yolculuklarında, yolculara ilk servis edilen şeyin "kulaklık" olması bana hep ilginç gelmiştir.

   Nispeten dar bir mekân olan kabin içinde, bir koltuğa çivilenmişçesine, saatler boyu yolculuk "sıkıcı" gelir insana. Yolcular büyüklere has oyuncaklarla meşgul edilmelidir: Kulaklıklar servis edilir.

      Kulaklıkla bulunduğu mekândan soyutlanarak bir müzik parçasının ya da bir filmin heyecanına kapılarak kendini "eğlemek," sıkıntı hissini geçirmez, yalnızca üstünü örter. Ya da hissetmeyi engeller. Amaç da zaten budur. Beklemek de sıkıcı gelir insana, çünkü beklemek bir nevi eylemsizlik, faaliyetsizliktir. Bu yüzden bekleme salonları genelde dergilerle donatılır ki bekleyenler oflayıp puflama yerine kendilerini "eğlesin"ler.

    Hapse girme düşüncesinin kendisi bile ruhta daralma ve sıkıntı uyandırır. İnsana daral gelmesi için o çıkışsız dört duvarın hayali bile kâfidir. Çünkü hapis demek eylemlerimizin kısıtlanması, birbirinin aynı eylemsizlik halinde geçen günler demektir. Hapis demek, bir nevi kendini nasıl eğleyeceğini bilmemek demektir. Günümüzde bilhassa erkekler, -giderek artan sayıda da kadınlar- evde bulunmaktan da sıkılır. Bu aralar işten çıktıktan sonra eve şöyle bir uğrayıp kendini dışarı atan insan sayısı hiç de az değil.. Sıkıntı hissi olmasaydı, kafeler tıklım tıklım dolar mıydı?

      Saatlerce dizi film izleyen, internette gezinen insanların ruhunu şöyle bir sıkın, damla damla sıkıntı akacaktır. Bir sonraki bölümde ne olacak merakıyla ekrana yapışıp kalıp saatleri harcamak, ruhun ve vicdanın imdadı olan sıkıntı hissine birer yalancı emziktir.

      Sıkıntıdan patlayan insanların bazıları da kendilerini konuşmaya verir. Saatlerce telefon elinde konuşmak, sıkıntıyla yüzleşip yaşamaktan kaçınmanın başvurulan başlıca yöntemlerinden biridir yine kanaatimce. Yıllar önce boş boş oturduğum bir anda elim telefona gitmiş, bir arkadaşımın numarasını tuşlamaya başlamıştım. Bir an durmuş ve "Gerçekten arkadaşınla konuşmayı özlediğinden ya da onu merak edip hal hatır sormak için mi arıyorsun, yoksa sıkıntıdan patlamaktan kurtulmak için mi?" diye sormuştum da, verdiğim cevap hiç de hoşuma gitmemişti. Ta o zamandan beri biriyle konuşurken ara ara aklıma gelir bu soru. İddia edebilirim ki, tam şu an bir milyon insan telefon görüşmesi yapıyorsa, bu konuşanların en az yarısı ne o kişiyi özlediği için ne de gerçekten konuşulması gereken bir konu için o an telefon başındadır. Ve sadece sıkıntıdan patladığı için, can sıkıntısını biraz olsun başından savmak için konuşacak konu icat etmekle meşguldür.

      Başına geçirdiği kulaklıkla gümbür gümbür müziğin içinde kaybolan insanların tek isteğinin içlerinde kabaran sıkıntı hissini bastırmak olduğunu da düşünmeden edemem. Ya da televizyon ya da radyo açık olmadan yapamam diyen insanların.

      Her hafta sonu eğlence mekânlarını dolduran insanların da en önemli derdi sıkıntı gibi gelir bana. Eğlence dünyası denilen şey sıkıntıyı hissetmemek üzere ya da üzerini örtmek için kurgulanmıştır. Eğlence dünyası adı üstünde eğleme dünyasıdır. Sıkıntı hissi olmasaydı, kapitalizm türer miydi? Hiç sanmıyorum.

      Hepimizin akşamın bir vakti elektrikler kesildiğinde ne yapacağımızı şaşırıp, sıkıntıdan patlar hale geldiğimizi de bir düşünün. Yaşamın oyalayıcı uyuşturucuları kesildiğinde sudan çıkan balığa döneriz. Ağrı kesicisi bitmiş hasta gibi kalakalırız.

      Alkolden esrara, eroine ve kokaine kadar envaiçeşit uyuşturucunun ruh daraltısını bastırmak için alındığını söylemek hiç de abartı gelmiyor bana. Hatta kimi zaman cinsellik bile ruhta kabaran sıkıntıyı bastırmak için bir yol olur.

      Sıkıntı hissini en büyük düşman ilan edip; ruhu, vicdanı ve kalbi tatmin edici şekilde beslemeyecek yöntemler sıkıntıyı akılcı bir çözüm olmadığı gibi, bir de üstelik sıkıntıyı besleyen bir fasit dairenin içine sokar insanı. Zamanın Bedii, "Sıkıntıdır muallime-i sefâhet," yani sefahatin hocası sıkıntıdır, der. Sefahat denilen gününü gün etmeyi, zevk ve eğlence düşkünlüğünü, zamanı boşu boşuna harcamayı sıkıntı hissini hissetmekten kaçınma çabası olarak görür. Sıkıntıyı doğru şekilde ele almayıp, yalancı bir emzik gibi oyalayıcılarla sıkıntıyı hissetmeme çabasıdır sefahat. Adı üstünde bedensel olmayan, ruhsal olan bu daralmayı, dünya eğlencesiyle geçirmeye, ruhu dünyayla avutmaya çalışmak kuzuyu etle beslemekten farksızdır.

      Peki sıkıntının kaynakları nelerdir? Yukarıdaki örnekleri de göz önüne alırsak, kanaatimce sıkıntının iki ana kaynağı öne çıkıyor.

     Birincisi: "Zulmet-i kalp (kalbin kararması) ruh sıkıntısının membaıdır." Sıkıntı kalp, ruh ve vicdanın, "bizde bir sorun var, bizimle ilgilen, ihtiyaçlarımızı sağla" şeklinde seslenişidir bize.

      Sıkıntının ikinci kaynağıysa atalet, çalışmamak, tembellik, faaliyetsizlik, rahatına düşkünlük meyli, nefsin arzularıyla oyalanmaktır.


Mustafa Ulusoy-ZAMAN

Eğitici Çocuk Şarkıları


  Efendim bu gün okulda-yolda hiç yorulmamış, kedi gibi ıslanmamış ve üzerine şifayı kapmamış gibi bir de kuzenime ev oturmasına gittim kızını doya doya öptüm :) Bana sıcacık tarhana çorbası yaptı iki kase içtim, ilacım aldım kendime gelir gibi oldum.Gerçi sofrada "ablası kızım seviyor diye çorba yaptım, hadi yavrucum içmek ister misin" dedi ama çorbayı yinede kendime mâl ettim, zira çok makbule geçti.

 Biz hanım kızımızla kes-yapıştır, çiz-boya, oyun hamuru etkinliklerinden sıkıldıktan sonra namı değer pepe ve caillou meditasyonuna geçtik.Baktık kızımızı bu da kesmedi meyve arası verdik.Tamda bu arda uyumaya annemiz ikna etti, pijamalarımızı giydik ama tabi uyumak kolay değil :) Daha önce tecrübe edilmiş farklı uyuma pozisyonları ardında "anne ninni söyleymisin" efekti ile karşı karşıya kaldık.

  Bizim kız pek bir bilmiştir annesinden tatmin olamayınca "biygisayaydan açalım "dedi.Hiç hanım kızımızı kırmadık açtık bilgisayarımızı.Video faresi youtube başvurup hoşumuza giden yine daha önceden aratırılıp denenmiş hoşumuza giden ninnileri açtık.Malumunuz bir video açınca yanda tavsiye olarak benzeri violar teşhir ediliyor (ilk defa böyle tanımlıyorum) Bizim kız "onu aç, yok bunu aç, şu çok güzelmiş" derken biz 3 tık sonra ingilizce ninniler ile karşı karşıya kaldık.

  Aman aman bu kadar mı şirin, bu kadar mı öğretici olur.Kreşte dil eğitimi alan çocuklar için birebir.(tabi eğitimci arkadaşlar benden daha iyi bilir)Hem ninniler kısa hem de görsel olarak desteklendiği için akılda kalıcı olmuş.

   3-6 yaş arası çocuklarımızın emek verilerek hazırlanmış seslendirme ve görseli hoş olan bu videolar ile eğitimine yardımcı olabiliriz.Bizim akıllı kızımız aynı videoyu 2-3 dinlemede spider(örümcek) ve sunshine(güneş ışığı) kelimelerini öğrendi :D

Üşenmedim araştırdım bizim videoların kaynağını buldum.Benzer şarkıları yapan fazlaca kaynak var.Benim tanıtacağım iki farklı site var :

1) www.myvoxsong.com :Bu, bizim kızın sevdiği, küçük yaşlara hitap ediyor (3-6-... yaş gibi)  kelimeler zor değil ve şarkılar kısa.

"Incy Wincy Spider" Kızmız o kadar hoşlandı ki 7-8 kez dinledi.


"Five Little Duck" benim beğenim :)


"Cat, Bear and Bunny" çok çok öğretici 


2) www.muffinsong.com :Bu ise biraz daha ileri sevi gibi geldi bana (6-7-8-...)Yine eğlenceli, görseile desteklenmiş fakat cümleler biraz daha uzun.

"The Finger Family"


"Twinkle Twinkle Little Star"



NETİCE: Bizim kızın gözleri ile eş zamanlı olarak bizim gözlerde küçüldü ve uyku haline geçildi saat 22.00-22.30 :) :)

NOT 1:Tamamen kişisel fikrim, izletmeden önce gerekli araştırmaları yapar, eğetim danışmanınızın fikrini alırsınız:) Bütün videoları izlemedim, izlemiş bulunduğum 7-8 video üzerine yorum  yaptım.

NOT 2:Benzer çalışmaları ingilizce eğitim kuruluşları da yapmış ben aralarından sadece bu iki siteyi seçtim.Herhangi olumlu ya da olumsuz niyet üzere seçilmemiştir:) 

Riskler



Gülmek; "SAF" denme riskini göze almaktır.

Ağlamak ise; "DUYGUSAL" görünme riskini...

Birine yakınlaşmak; "KENDİNİ KAPTIRMA" riskini,

Duygularını açmak; "KENDİNİ ORTAYA KOYMA" riskini,

Hayalleri ve düşünceleri sergilemek ise;

"ONLARI BAŞKASINA KAPTIRMA" riskini göze almaktır.

Sevmek; "KARŞILIK GÖREMEME" riskini...

Yaşamak ise; "ÖLME" riskini göze almaktır.

Umutlanmak; "HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRAMA" riskini

Çabalamak ise; "BAŞARISIZ OLMA" riskini göze almaktır...

Ama riskler yaşanmalıdır,

Çünkü; 
Hayatımızın en büyük riski hiç risk almamaktır. Hiç risk almayan kişi, belki acı ve üzüntülerden korunabilir. Ama büyüyemez, sevemez, değişemez, hissedemez, öğrenemez. Garanti arayışlarıyla zincirlenmiş bir köle olarak yaşarken, bedelini; özgürlüğünü kaybederek öder. Sadece; riski göze alabilen kişi hürdür.

Leo F.Buscaglia

Not: Leo F. Buscaglia kişisel gelişim kitapları bulunmaktadır. Yazarın 'Yaşamak, Sevmek ve Öğrenmek' çok değerli bir kitap bana göre herkesin okuması ve kendine, hayata dair notlar çıkarması mümkün olan bir kitap.
 

(c)2009 biraz biraz. Based in Wordpress by wpthemesfree Created by Templates for Blogger