Pages

22 Mart 2013 Cuma

Kutlu Doğum 2013 Temamız : Hz.Peygamber ve İnsan Onuru


Diyanet İşleri Başkanlığı, ’’Kutlu Doğum Haftası’’ dolayısıyla bu yıl yapılacak etkinliklerin temasını belirledi. Etkinliklerin bu yıl daha kapsamlı yapılması da planlanıyor..

Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı tarafından 1989 yılından itibaren Peygamber Efendimizin doğum yıl dönümleri, her yıl "Kutlu Doğum Haftası" adıyla bu amaç doğrultusunda ilmî, sosyal ve kültürel etkinliklerle kutlanmaktadır.

24.sü bu yıl 14-20 Nisan tarihleri arasında icra edilecek Kutlu Doğum Haftası`nın teması" Hz. Peygamber ve İnsan Onuru " olarak belirlendi.

İnsanlığa gönderilen bütün ilahi mesajlarda insanın manevi şahsiyetinin en önemli ögesi olarak onurun korunmasına özel bir önem ve ağırlık verilmiştir.  Bu çizginin son halkası olan İslam da, insanı insan yapan değerler üzerinde hassasiyetle durmuş, Hz. Peygamber (s.a.v) bu değerleri bizzat hayatında uygulayarak insanlığa ışık tutmuştur.
  
İlahi mesajlara karşın insanlık tarihi, insan onurunun çiğnendiği, haysiyetli bir hayat sürmenin imkânsızlaştığı dönemleri yaşamıştır. Günümüz dünyasında da insanlık onuruyla bağdaşmayacak olaylara, cinayetlere, aşağılamalara, temel hak ve hürriyetleri zedeleyen uygulamalara hemen hemen her gün şahit olunmaktadır.
 
Diyanet İşleri Başkanlığı, 14-20 Nisan 2013 tarihleri arasında icra edilecek olan Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle 2013 Yılı Kutlu Doğum Haftasında tema olarak “Hz. Peygamber ve İnsan Onuru”nun ele alınması karara bağlanmıştır.

Hafta boyunca gerçekleştirilecek etkinliklerde, insan haysiyeti ve insan onuru bütün yönleriyle ele alınacaktır.


“Ey güzeller güzeli Sevgili gel, bir kere daha yeniden misafirimiz ol.. tahtını sinelerimize kur ve bize buyurabildiğin her şeyi buyur. Gel, gönüllerimizdeki karanlıkları kov, bütün benliğimize ruhunun ilhamlarını duyur ve bize yeniden diriliş yollarını göster. Gel, her gün biraz daha azgınlaşan şu zulmetleri ışığınla dağıt ve herkesi inleten zulüm ve adaletsizlik ateşini söndürüver. Gel, her şekliyle kine, nefrete düşmanlığa kilitlenmiş şu zavallı ruhların boyunlarındaki zincirleri çöz; sevgiye, merhamete, şefkate hasret giden sinelerimizi muhabbetle, hoşgörüyle coştur; gel, ruhlarımızı aklın aydınlığı, gönüllerimizi de mantık ve muhakeme enginliğiyle buluştur ve bizi kendi içimizdeki kopukluklardan kurtar.

Ey karanlık gecelerimizin ayı-güneşi, ey yolda kalmışların biricik rehberi, sen bizler gibi sadece bir kere doğmadın/doğmazsın; zamanın her parçası senin için bir tulû vakti, gönüllerimiz de mütevazi matlaın.. perişaniyetimiz sana bir çağrı, sinelerimiz Seniye-i Vedâ.. ne olur artık ağlayan gönüllerimize acı da gel; doğ canlarımıza Yaratan aşkına, bizi yalnız bırakma; yalnız bırakıp ruhlarımızı sensizlik ateşine yakma..

Ey dost, kaç bahar gelip geçti biz hep hazandayız ama, düşe-kalka olsa da hep izindeyiz. Gel bizi bir kere daha sevindir. Sevindir ki; bağının taptaze fidanlarıyla nâmını âleme tam duyuracak demdeyiz. Dünya senin dünyan bu dünya ışığa hasret gidiyor. Bizler o kırık azimlerimiz ve o çatlamış ümitlerimizle, yolların hakkını veremesek de hep yollardayız. Sadece hislerimizle de olsa, aradığımız sevgili Sensin; gel son kez içimize doğ ki gönüllerimiz ışıkla dolsun ve ufuklarımızı saran şu upuzun geceler savulup gitsin ve bu şeb-i yeldânın yerini apak gündüzler alsın.

12 Mart 2013 Salı

Fast Food ve Kolanın Zararları



Türkçe karşılığı "hızlı ve ayaküstü beslenme" olan "fast-food", dilimize ve kültürümüze değişmeden olduğu gibi girdi. Girmekle kalmadı, onu aramızdan atmak çok zorlaştı. Toplumumuzda bilhassa bu beslenme tarzının sebep olduğu obezite/şişmanlık, % 22,3'e kadar çıktı. Yani başka bir ifadeyle, 5 kişiden biri "obez".

Bildiğiniz gibi fast-food tarzı beslenmede yenilenler; hamburger, pizza, ketçaplı patates kızartması, mayonezli hamburger, kola vs. Bu besinlerde doymuş yağ miktarının fazla olması, bu yağların vücutta depo edilmesine sebep oluyor. Hızlı bir şekilde kilo alınması, beraberinde karaciğerde yağlanma, şeker ve kalp hastalıkları, kanser ve Alzheimera kadar uzanan hastalıklar zincirini getiriyor.

Bir hamburger, 1000 kalori içeriyor ve 10 yaşındaki bir çocuğun günlük kalori ihtiyacının yarısını karşılıyor. Karbonhidrat ve şeker yönünden oldukça yüksek bir içeriğe sahip olan fast-foodlar, organizmanın özellikle de çocuk ve genç metabolizmasının âdeta bir canavarı oluveriyor.

Medya ve televizyon kanallarında her ne kadar uzman görüşleriyle toplum aydınlatılmaya çalışılsa da fast-foodun önüne geçmekte pek başarılı olunamıyor. Milli Eğitim Bakanlığı, 2007'de okul kantinlerinde meyve satılmasına ilişkin talimatlar verdi. Kantinler, Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından denetlense de meyveler kantinlerde çürüyor, öğrenciler de daha çok fast-foodlarla karın doyurmaya devam ediyorlar. Öyle ki okullarda artık simit bile demode hâle geldi. Birinci ders zili çalar çalmaz öğrenciler soluğu kantinde alıyor. Genelde kahvaltısız okula gelen öğrenci kalabalığı, itişe kakışa açlıklarını yatıştırmak için hep birlikte aynı şeylere yöneliyorlar. Menüde neler mi var? Bildiğiniz tost, poğaça ve kola. Öğle teneffüsünde ise; tavuk döner, hamburger, bol ketçaplı mayonezle ekmek arası patates kızartması ve kola. Bu tabloyu, ilköğretimden üniversiteye kadar her kantinde görmek mümkün...

Bir kutu veya bardak kola deyip geçmeyin. Prof. Dr. Ayşe Akın, bir bardak kola içtikten sonra vücudumuzda meydana gelen sürecin sağlığımıza tesirini bakın nasıl anlatıyor:

Kola içtikten sonra;

İLK 10 DAKİKA: 10 çay kaşığı şeker vücudunuza girer. (Bu, günlük almanız gereken şeker miktarının tamamı kadardır). Fosforik asit, tat alma duyunuzu keser. Aşırı şeker yüklemesinden dolayı kusmanızı engeller.

20. DAKİKA: Kan şekerinizde ani bir yükselme olur. Yüksek miktarda insülin patlamasına sebep olur. Karaciğeriniz, vücudunuzdaki şekeri yağa çevirerek buna bir cevap verir. Bu, sadece bir kaç dakika içinde olur.

40. DAKİKA: Kafein emilimi tamamlanır. Göz bebekleriniz büyür. Kan basıncınız yükselir. Karaciğeriniz kana daha fazla şeker pompalamaya başlar. Beyninizdeki adenozin reseptörleri rehâveti önlemek için bloke olur.

45 DAKİKA: Beyninizde dopamin salgısı artar. Bu, tıpkı eroinin vücutta yaptığı tepkimelere benzer.

60 DAKİKA: Kafeinin bazı özellikleri baş gösterir (tuvalet ihtiyacı gibi). Bu da vücutta depolanmış kalsiyum, magnezyum ve çinko'nun da beraberce dışarı atılması demektir.

BİR SÜRE SONRA: Şeker ihtiyacını tekrar duymaya başlarsınız. Kendinizi hâlsiz ve bitkin hissedersiniz. Vücudunuzda kola ile aldığınız bütün su, tekrar dışarı atıldığı için susuzluğunuzu tekrar hissedersiniz. Şeker ihtiyacını tâkiben, kafein isteği de başlayacak, sigaradaki gibi... (bk: http://www.haberturk.com/saglik/haber/508245-bir-bardak-kola-neler-yapiyor)

Öte yandan büyük mağazaların içerisinde de fast-food patlaması yaşanıyor. Alışverişten yorulan âileler, çocuklarıyla birlikte fast-food kuyruklarında âdeta yarışa giriyorlar.
Bu karanlık tablo karşısında kafa yormak ve yerine alternatifler üretmek zorundayız. İlk olarak en büyük vazife annelere düşüyor. Çocuklarını sevindirmek veya mükâfâtlandırmak için ebeveynler bu ürünleri daha çekici hâle getirmemelidirler. Evde düzenli olarak yemek pişirilmeli ve yemek saatleri düzenli olmalıdır. Hep birlikte âilece sofraya oturup, hoş sohbetler içerisinde yemek yenilmelidir. Çocuklarla birlikte meyve-sebze vs. alışverişleri için birlikte markete gidilmeli, mutfak işlerinde zaman zaman onlara da görev verilmelidir. Bilhassa alışverişe çıkmadan önce evde yemek yenmeli, alışveriş merkezlerindeki fast-fooda ihtiyaç duyulmamalıdır.

Çalışan bir anne, akşam işten eve gelince telefonla hazır yemek isteme alışkanlığına sahipse veya buzdolabı kapağının üzerinde fast-food lokantalarının telefonları olan magnetler yapıştırılmışsa, bunları en kısa sürede iptal etmedikçe çocuğuna iyi bir örnek olamayacaktır. Fast-foodu pazarlık, ödül konusu yapan âileler, onu daha cazip hâle getiriyorlar; unutmasınlar.

"-Üzümünü yersen, sana patates kızartması yaparım!" diyen bir anne, meyveyi patates karşısında daha değersiz hâle getirmiş olur.
Yine çocuklara oyuncak veren fast-food yerlerinden çocukları uzak tutmak, çizgi film aralarına yerleştirilmiş fast-food reklamlarını seyretmelerinin önüne geçmek zorundayız.
Peki, çocuklar hiç mi fast foodla beslenmemeli? Biz istesek de istemesek de bir şekilde fast-fooda bulaşacaklar. Önemli olan, bunları düzenli olarak ve sıklıkla yemeyi alışkanlık hâline getirmemeleridir. Hani belki ayda bir-iki kere dışarıda yemesi gerektiğinde yağda kızarmış tavuk parçaları yerine ızgara tavuk, kızarmış patates yerine fırınlanmış patates, salata, gazlı içecek yerine taze sıkılmış meyve suyu ve ayran tercih edilmelidir.


Okullara gelince; okullardaki bu alışkanlıklara birtakım çözüm yolları üretmemiz gerekiyor. Maalesef okulların çoğunda mutfak, araç-gereç, mekân ve eleman yetersizliği var. Bundan dolayı sıcak yemek çıkarılamıyor. Ancak okullarda var olan kaynaklar, en verimli biçimde kullanılarak; meselâ âilelerden ve çevreden yardım alınarak çareler üretilebilir.

Bazı gelişmiş ülkelerde merkezî mutfaklarda, bu iş ekonomik olarak çözülebiliyor. Merkezî mutfaklarda hazırlanan yiyecekler, uygun ve sıcak tutucu kaplarla okul yemekhânelerine dağıtılarak öğrencilerin daha sağlıklı beslenmesi sağlanmış oluyor. Bir başka yol, çocuklara kantinlerde besin değeri yüksek, ucuz ve onların damak tadına uygun çekici yiyecekler hazırlanabilir. Bunlar neler olabilir? Peynirli ve domatesli ekmek, yumurtalı peynirli ekmek, etli ekmek.. Yine peynir, zeytin, patates vs. ile hazırlanmış börek ve çörekler olabilir. Ayrıca şık kâselerde soğuk veya sıcak çorbalar satılabilir. Taze sıkılmış meyve suları, süt, ayran gibi içecekler arttırılabilir.

İstikbâlimiz olan çocuklarımızın kendi değerlerimize, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in tavsiyelerine ve yaşantısına uygun bir şekilde, bedenen ve zihnen güçlü birer mü'min olmalarını sağlamamız en önemli vazifelerimizden biridir. Onlar, bize verilmiş birer emanet olduğuna göre, bu emaneti gözü müz gibi sakınmamız lâzım.

Nejla Baş – Şebnem Dergisi

9 Mart 2013 Cumartesi

Mutsuzluğun Asıl Sebebi


Sahi neydi mutsuzluk. Neden niçin mutsuzduk.  Biz biliyormuyduk gerçekten mutluluk, mutsuzluk ne demek. Neye sahip olduğumuzda mutlu veya mutsuz oluyorduk. Bugün ekşide dolaşırken pinokyo burnu nickli arkadaş konu üzerine güzel bir yazı  döktürmüş eline sağlık. Sizlerinde okumasını ve yorumda bulunmasını istedim. Yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.

''Dünyayı sahiplenip, bizim için, sadece bize hizmet etmek için tabiatın var olduğunu zannetmemizdir.

Biz o kadar mutsuzuz ki, her seferinde daha büyük hedefler koyuyoruz önümüze, işçi usta olmak istiyor, usta şef, şef müdür olmak, müdür patron olma hayalleri kuruyor. patronlar daha çok, hep daha çok para istiyor... aslında hiç kimse bunları istemiyor, hiçbir işçi usta olup altındakilere emir vermek istemiyor özünde. hiç kimse kariyer peşinde değil, kimse "komşumda lcd var, bizimki hala eski televizyon" diye kederlenmek istemiyor. kimse yüksekte olmak istemiyor, hiçbir kız mini etek ve makyajlarla daha çok erkeği peşinden koşturmak, hiçbir erkek daha çok kızla yatıp, şanına şan katmak istemiyor. sadece bize böyle öğretildi ve sadece mutsuzuz.

Kaçış arıyoruz.. kurtuluş... her hedefte mutluluk belki buradadır diyerek saldırıyoruz ama hiçbiri bunlarda değil. hiçbir mutluluk, bize öğretilenler değil.

Seviyoruz ve sevdiğimizden de çok sevilmek istiyoruz, bir insanı sevmekten çok sevilmek istiyoruz. çünkü mutsuzuz. bize hep sevilmek öğretildi, "sevmek" tanımsız bir kelimeydi sadece.

Bizim istediğimiz bu değildi, hiçbirimiz farkında değiliz. öyle bir öğretildik, öyle bir eğitildik ki doğduğumuzdan beri, istediğimizin ne olduğunu bile düşünemiyoruz.

O kadar mutsuzuz ki, bir cana kıymak artık çok basit. o can mı? ahh umrumuzda mı? biz hala yaşıyoruz! yaşıyor muyuz?

Biz sadece kendimizi öldürüyoruz...

Yaşamanın ne olduğunu çok yanlış öğrettiler bize.

Bir günah işlediğimizde kendimizi lanetlenmiş ilan ediyoruz. başkalarından önce kendimizden iğreniyoruz o günah için. ne kadar pislik bir insan olduğumuzu düşünüyoruz, hemen akabinde de insanların yüzüne nasıl bakacağımızı...

Öyle bir korkutulduk, sindirildik ki...

Aslında hepimiz tanrıdan nefret ediyoruz, seviyorum diyenler; sevmiyorsunuz, sadece korkuyorsunuz, günahlarınızdan korktuğunuz kadar korkuyorsunuz, sevmiyorsunuz. oysa tanrı sizi sevmese yaratmazdı, olmazdınız. tanrı bizi seviyor!(buradaki tanrıyı ister inancınızın tanrısı olarak algılayın, isterseniz tabiat) bir annenin bebeğini sevdiği kadar seviyor ki, sizi var etti. hatta o kadar çok seviyor ki bizi, bir eşimiz daha yok. bir daha dünyaya "benden" bir tane daha gelmeyecek ve daha önce de hiç ben olmadı, sadece bana bahşedildi bu özellikler, bu gözler, bu akıl... hayır, herkeste yok bu, hepimizde özel, her şeyimiz özel, hepimiz özeliz.

Mutsuzuz çünkü, betonların arasında büyüdük, çok azımız toprakla oynarak büyüdü, çok azımız ağacın dalına çıkıp da topladı kirazları ve bu azınlık da deli gibi o günleri özlüyor. doğayı, tabiatı, dünyayı, hayvanları, çiçekleri, çimleri, ağaçları, bulutları, gün ışında bile dikkatli baktığında görülen yıldızları sevmeyi bilmiyoruz, sadece şiirlerden okuyoruz bunu ve biz de şairler gibi denemeye kalkıştığımız da o kadar eğreti, yapmacık duruyor ki şiirlerimiz. çünkü bilmiyoruz. artık hiçbir şeyi sevmiyoruz, çünkü bize sevmeyi öğretmediler, bize hep hayatla savaşmayı öğrettiler, oysa biz hayatın ta kendisiyiz.. bunu öğrenmedik ve maalesef çocuklarımıza da öğretemeyeceğiz. eminim onlar bizden de mutsuz olacak.''
             
Bana sorarsanız tek kelimeyle aç gözlülük derim. Hep daha fazla dediğimiz için mutlu olamıyoruz.
Evet size mutsuzluğun asıl sebebi hakkındaki görüşlerini belirtirseniz sevinirim.

8 Mart 2013 Cuma

Kitap Ayracı Projesi

Kuzenlerle uzunca bir süredir elimizdeki materyalleri değerlendirip ayraç yapmayı planlıyoruz. Ben de aman ne yapsak, nasıl yapsak, hangi malzemeleri nerede-nasıl kullansak, başka neleri kullansak diye düşünüp araştırırken karşıma hiç yoktan bir hayır projesi çıktı. Durur muyum hemen okuyucularımızla paylaşayım dedim oturdum bilgisayarın başına :) 

Haydi buradan bakalım hep destek tam destek ;) 


Sitede belirtildiğine göre;

Birbirinden özel ve orijinal karikatürler çizerek 15  farklı kategori ve 108 farklı model ile ile süslediğimiz kitap ayraçlarımızı 3 liraya satın alarak siz de Patani’de yapılan okulumuza bir tuğla koyabilirsiniz. Kitap ayraçlarımızın hepsi Yahya Alakay, Merve Çirişoğlu, Umut Can, Esra Arslangilay, Mercan Yücel, Büşra Altmışdört, Mücahid Bulut ve Tuba Altan’ın kaleminden çıkmış olup kâr amacı gütmeksizin tamamen hayır amaçlı çizilmiştir.

örneğin;


ve de


sevgili okurlarımız pamuk eller cebe ;) :) ;)

6 Mart 2013 Çarşamba

Âile İçi Şiddet



WHO'ya (Dünya Sağlık Örgütü'ne) göre şiddet; fizikî bir gücün veya herhangi bir baskının, bilerek ve isteyerek ferdin kendisine, başka birine veya bir gruba yöneltilmesi ve bunun sonucu olarak yaralanma, ölüm, psikolojik zarar, gelişim geriliği veya birtakım mahrumiyetler ortaya çıkmasına veya ortaya çıkma ihtimaline sebep olan davranışlardır.
Fertler arası şiddet, iki grupta incelenir:

1-Âile içi şiddet: Âilede en çok kadın ve çocuklara yönelik olan şiddettir. Çoğu zaman yaşlılar da bundan nasibini alır. Bu şiddet, genellikle evin erkeği tarafından uygulanır.

2-Toplumsal şiddet: Birbirine kan bağı ile bağlı olmayan, birbirini tanıyan ve/veya tanımayan fertler arasında ve ev dışı mekânlarda olur. Gençler arası şiddet, yabancılar tarafından yapılan cinsel tâciz, okul, hapishane, bakım evleri gibi müesseselerde ortaya çıkan şiddet türüdür.

* * *

Şiddet, karmaşık bir vak'adır ve pek çok âmilin (biyolojik, içtimâî, kültürel, ekonomik, politik) birbirine tesir etmesi sonucu ortaya çıkar. Kişinin özellikleri (yaş, eğitim düzeyi, kazanç durumu, sağlık problemleri, psikolojik bozukluklar, kişilik bozuklukları, madde bağımlılığı, saldırganlık sergileme hikâyesi, şiddete ya da suiistimale mâruz kalmış olmak) gençler arasında şiddeti destekleyen ya da özendiren bir çevrenin var olması; toplumsal yapıyla alakalı olarak da işsizlik seviyesinin yüksek olması ve uyuşturucu madde ticaretinin varlığı gibi faktörler, şiddet ortamını hazırlar.

Âile içi şiddet ise; kendini âile olarak tanımlamış grup içinde, zorlama, aşağılama, cezalandırma, güç gösterme, öfke ve gerginlik boşaltma amacıyla eşlerden birine yöneltilen her türlü şiddet davranışıdır. Âile içi şiddet, tekrarlanan bir davranıştır ve münâsebetler devam ettikçe tırmanış gösterir.

Âile içi şiddet için belli başlı risk faktörleri şunlardır:
Erkeğin işsiz olması, erkeğin alkol ve yasa dışı ilaç kullanması, eşlerin farklı dinlerden olması; erkeğin, daha önceki dönemlerde babasının annesine şiddet uyguladığına şâhit olmuş bulunması, evlilik dışı beraber yaşamalar, düşük eğitim seviyesi, erkeğin 18-30 yaş arasında olması, evde çocuklara karşı şiddet kullanılması, ailenin gelirinin yetersiz olmasıdır.

Bu saydıklarımız arasında birden fazla madde bir arada bulunursa, şiddetin gerçekleşme riski de artmaktadır. Meselâ 7-8 madde birlikte olduğunda, şiddetin uygulanma ihtimali 40 kat artmaktadır.

Batı toplumları kadar olmasa da şiddet, bizim toplumumuzda da yaygın, ciddi ve ancak gizli bir problemdir. Şiddete mâruz kalan kadınlar, kısa dönemde yaralanma sebebiyle âcile; uzun vâdede ise, panik, öfke patlamaları, kâbuslar, uykusuzluk ile psikiyatri kliniğine başvururlar. Psikiyatri kliniğine başvuran kadınlardan % 98'i şiddete mâruz kaldığını gizlemiş, şiddete yönelik sorgulama yapılanlardan ise % 72'si durumunu açıklamaktan kaçınmıştır. Âile içinde % 34 fizikî, % 53 sözlü, % 13 diğer şiddet türleri uygulanmaktadır. Çocukların % 46'sı fizikî şiddete mâruz kalmakta, bunların % 70'ine şiddet, bizzat kendi anne-babası tarafından uygulanmaktadır.

Ülkemizde, 4 yaşından itibaren çocukların çok miktarda dayak yedikleri, rûhî ve bedenî problemler yaşadıkları belirlenmiştir. Şiddet, çocuklarda kısa vâdede çeşitli organ yaralanmaları ve hasarlarına (kırıklar, sakatlık, yanıklar, karın, göğüs, beyin, göz yaralanmaları), orta vadede psikolojik ve davranışla ilgili bozukluklara (alkol ve madde bağımlılığı, depresyon, gelişme geriliği, yeme ve uyku bozukluğu, utanma ve suçluluk duyguları, hiperaktivite, okul başarısızlığı, şiddet ve saldırganlık temâyülü, özgüven eksikliği, kendine zarar verme ve intihar), uzun vadede ise kanser, müzmin akciğer hastalıkları, kalp, karaciğer hastalıkları gibi kronik rahatsızlıklara sebep olmaktadır. 1-4 yaş arası çocuk ölümlerinin % 3'ü fizikî şiddete bağlı olarak gerçekleşmektedir.

Eşinin şiddetine mâruz kalan kadınların, sadece % 1,2'si polise başvurmakta, gerçek mânâda şikâyetler ise, % 0,2'yi geçmemektedir. Aslında şiddete mâruz kalma ile ilgili vermiş olduğumuz istatistik çalışmaları da gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Zira şiddet vak'alarının çoğu kayıt dışıdır. Çalışmalarda kullanılan değerlendirme ölçüsü ise, maalesef ölüm istatistikleridir. Şiddetin öldürücü olmayan sonuçları daha yaygın olmasına rağmen bu, değerlendirmeye girmemektedir. Şiddet, çoğunlukla âile içinde gizli kalmaktadır.
Psikiyatrik hastalarda şiddet, maalesef sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı'na başvuran 142 hasta üzerinde yapılan bir araştırmada, kadınların üçte ikisinin en az 1 yıldır eşinden dayak yediği görülmüştür. Kadın sığınma merkezlerine başvuran kadınlar ile Bursa il merkezinde iki ayrı grup üzerinde yapılan çalışmalarda, kadınların % 84'ünün şiddete mâruz kaldığı anlaşılmıştır.(notoku.com)

Şiddet kurbanı kişide birçok rûhî bunalım ve bozukluk oluşmaktadır. Uyku bozukluğu, isteksizlik, huzursuzluk, travma sonrası stres bozukluğu, uyum bozuklukları, ağrı ve duygu durum bozukluğu, depresyon, intihar girişimi, alkol ve ilâcı aşırı miktarda kullanma, çocuklara yönelik saldırgan davranışlar görülmektedir. Kadın psikiyatri hastalarının % 50'sinde şiddete mâruz kalma durumu söz konusudur ve kadınların intihar girişimlerinin % 25'inde bir dayak öyküsü vardır. Hekimler de bu konuyu özellikle araştırmadıklarından, biyolojik temeli olmayan rahatsızlıklarla başvuran hastalara kolaylıkla "sinirsel" etiketini yapıştırabilmektedirler.

İnsan neden şiddet uygular?

İnsan muhteşem ve bir o kadar da karmaşık bir varlıktır. Bir davranışın sebebini tek başına şu veya bu sebebe bağlamak doğru değildir. Yukarıda şiddetin karmaşık bir durum olduğunu ve bu durumu meydana getiren risk faktörlerini özetlemeye çalıştık. Herhangi bir uyarıcı ile karşılaşan kişide duygusal bir cevap oluşur. Bu cevap, merkezî sinir sistemi tarafından değerlendirilir ve sonuç olarak "davranış" ortaya çıkarır. İnsan üzülünce ağlar, sevinince güler. İnsan beyninde duygulara tesir eden ve beynin diğer kısımlarıyla irtibata geçerek davranışlara sevk eden bölgeler bulunmaktadır. (Hipotalamus, bu sistemin merkezini oluşturup çeşitli kimyasalların salgılanmasında önemli rol oynamaktadır. Amigdala, frontal lob ve hipotalamus'un birbirine tesiri neticesinde saldırgan davranışın ortaya çıkışı ile ilgili birtakım deneyler yapılmıştır.)

Bugün daha çok "mutluluk hormonu" olarak da bildiğimiz serotonin madde alıcıları, beynin her tarafına dağılmış durumdadır. Saldırgan kişilerde beynin bu maddeyi kullanımında bozukluk olduğu tespit edilmiştir. Şiddetin en önemli sebeplerinden olan alkol tüketimi, beyinde serotonin işleyişini bozmaktadır.

İnsan beyninin ön kısmı diyebileceğimiz "frontal lob" hücrelerinin bazı duygularla (özellikle merhamet duygusu) ilişkisi olduğu düşünülmektedir. Ön lobu kaza ile parçalanmış ancak kendisi tamama yakın bir şekilde iyileşmiş kişilerde hayvanî davranışlar gözlenmiştir. Yine alkol tüketimi, ilk tahribatını "frontal lob" hücrelerinde yapmaktadır. Bir yandan serotonin işleyişine olumsuz tesiri, diğer yandan duygusal merkezle alâkalı hücre tahribatı, alkol alan bir kişide saldırgan davranışların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Alkolün tesiri geçince kişi, kendi davranışını açıklayamamakta, ancak alkol ile beraber şiddet ihtiva eden davranışlarda artış görülmekte ve iş, cinayete kadar varabilmektedir. Alkol saldırganlığa, depresif duygu durumuna ve merhamet zaafına sebep olmaktadır. İnsan beyni, o kadar karmaşıktır ki, bugün gelinen bilimsel noktada bile beynin sırları tamamen çözülememiştir. Sinir sistemimizdeki 30 milyar hücrenin yaptığı trilyonlarca bağlantının anlaşılamamasına çok da şaşırmamak gerek...

Bugün için yapılması gerekenler, şiddeti ortaya çıkaran âmillerle ilgilidir. Şiddet ihtivâ eden davranışların sebepleri incelenerek, tedavi de buna göre yapılmalıdır. İşsizliğin çözümlenmesi, alkol ve bağımlılık yapan maddelerle alakalı kanunî düzenlemelerin yapılması, şiddet davranışları ile ilgili olarak gerekli caydırıcı cezaların uygulanması, evliliğin kolaylaştırılması ve nikâhsız beraberliklerin mümkün olduğu kadar azaltılması, eğitim düzeyinin yükseltilmesi, silah satışlarının ve ruhsatsız silah taşımalarının engellenmesi, toplu ulaşım iletişim vâsıtalarının da bu konuya hizmet edecek şekilde kullanılması gerekir.

Burada en önemli madde, insanın eğitimidir. Güzel dînimiz İslâm, eğitimini insanın psikolojik yapısını göz ardı etmeden yapmaktadır. Bir yandan doğruyu gösterirken, diğer yandan yanlışa sürükleyecek davranışlardan uzaklaşılmasını ister:

"Zinaya yaklaşmayın!.." (el-İsrâ, 32) der.

"Çoğu sarhoş edenin, azını da yasaklar." (İbn-i Mâce, Eşribe, 10; Nesâî, Eşribe, 24, 48)
Kişiyi hataya sürükleyecek ortamlara girmekten men ederken kendi iyiliği için "sâlih ve sadıklarla beraberliği" öğütler. (bkz: et-Tevbe, 119)

Nefsin birtakım menfî özellikleri bulunduğunu ve bu menfîlikleri arındıranların felâha/kurtuluşa çıkacağını yeminlerle vurgular. (bkz: eş-Şems, 1-10)

İnsana, "en mükemmel örneği" takdim ederken (bkz: el-Ahzâb, 21), Asr-ı Saâdet insanı gibi Sevgili Peygamberimiz'in gönül ikliminden şahsiyetler dokumamızı ister. O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Muhammedü'l-Emîn'di. Emniyet ve selâmet içinde huzurla yaşanan bir toplum inşa etti. O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendi kızını diri diri gömen insanların arasından, karıncayı dahî incitmeyen, merhameti bütün mahlûkâta şâmil, güzîde bir toplum yetiştirdi. O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, en büyük mûcizesi Kur'ân-ı Kerîm ile câhiliye toplumundan bütün asırlara ışık tutacak, yıldız olacak bir "Asr-ı Saâdet Toplumu" çıkardı.
İnsanların kendisine, topluma, tabiata, kâinâta bakış açılarını değiştirerek bir beşeriyet inkılâbı gerçekleştirdi. Bugün de en çok ihtiyacımız olan şey, O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in izinden giden Hak dostları ile bu eğitim ve rehabilitasyonun devam etmesidir.

Merhum Prof. Dr. Mazhar Osman, tekke ve zâviyelerin kapatılmasıyla, psikiyatri servisinin, gelen hastaları alamayacak kadar dolduğunu söylerken, mânevî eğitimin insan rûhunda ve bedeninde yaptığı iyileştirmeyi bir hekim gözüyle ifâde etmeye çalışmış ve bu mühim gerçeğe dikkat çekmiştir.



Dr. Betül Nefise İnal

Hedefsizlik.. Hedefsizlik.. Hedefsizlik!.


Tesirsizliğin arkasında hedefsizlik vardır.

Hazreti Üstad,

“Gâye-i hayâl olmazsa veyahut nisyan veya tenâsi edilse,

ezhan enelere dönüp etrafında gezerler.” buyurmaktadır.

Evet, hiçbir gâye-i hayali bulunmayan,

bulunsa da ona göre zihnî hazırlığını tamamlamamış olan fertler,

egoizmanın ağına düşmekten, nefsanî arzuların sürüklemesi ile hareket etmekten

ve sadece yemeyi-içmeyi, rahatı ve eğlenceyi hedef hâline getirmekten kurtulamaz;

dolayısıyla da başkalarına müessir olamazlar.

Günümüzün insanının problemi:

Hedefsizlik.. hedefsizlik.. hedefsizlik!.

***

5 Mart 2013 Salı

Gif 2 Hayvanlar Alemi

uyan uyan bizden bahsediyor


doğuştan sanatçı olanlar
modern dans


tiyatro


5'li erkek ses ve dans grubu ;)


tam otomatik sistemler




abla açılın açılın işe geç kaldım


aramızdaki yaramazlar :)


bööööö, cicim moralin mi bozuldu

  
alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste ;)


ne baktın cicim, farklı mı geldi hehhehe


rızkıma göz dikme ha


dikkat dikkat sörfçüler geliyor


kız gel gel çok şirinler, amcangilleri, dayıngilleri, teyzengilleri de çağır


ay aman aman geldim, offf napcaz şimdi


aceleye gerek yok, ellerimi yıkayıp geliyorum abla


saçı başı düzeltelim de bakımsız demesinle


sen uğraşa dur ben çok coolum :) ;)


banane banane gelmiyorum açım ben aç, gidin siz 


ha ne oldu geldiler mi, benim içim geçmiş de


ay inanmıyorum şu hallerine bak reziller, azıcık hayvan olun


demi ya komşum bizim kızı da kendilerine uydurmuşlar yavrucak ateşler içinde


aferin evlatlarım aile saadeti başkadır, ayrılmayın yanımdan


hadi Allaha emanet görüşürük, sağlıcakla





 

(c)2009 biraz biraz. Based in Wordpress by wpthemesfree Created by Templates for Blogger