Pages

28 Mayıs 2013 Salı

Çocuk İstismarı

Hakkında hiçbir şey görmek istemediğim, okuduğum zaman adeta kanımı donduran bir mevzu. Artık her afişte, panoda, reklamda, filmde çocukların pazarlanmasına, üzerlerinden para kazanılmasına alıştık/alıştırıldık. Konu bununlada kalsa iyi! Akademik makaleleri, dava metinlerini vs vs okuyunca biz bu insanlarla aynı dünyada mı yaşıyoruz diyorum. 

İsmini vermek istemediğim bir şarkıda "tanrı uyumuyor, çocuklar kullanılmıyor." diyordu.  Bence "tanrı" her ne ise bu kötülüğü yapan, yapılmasına göz yuman, yardım ve yataklık eden her insan için UYUYOR. Zira Allah(cc) beşeri ihtiyaçları yoktur, eksik ve noksanlardan münezzehtir, adil-i mutlaktır. Bu insanların ad ettiği "tanrı" her ne ise onu bıraksalar, Rahman ve Rahim olan Allah (cc)'a yönelseler; tanrının uyuduğunu, Allah (cc)''ın ise intikam için büyük mizanı beklediğini, gören ve gözeten olduğunu göreceklerdir.

İslam dini çocuğu anne karnına düştüğü andan itibaren korumaya alır, ki insan değerlidir her daim ayet ve hadislerle maddi ve manevi arzularının gözetildiği vurgulanmıştır.

“Çocuklarınız ağladığında onları dövmeyin; çünkü ilk dört aydaki ağlamaları ‘lâ ilâhe illallah’ zikridir, ikinci dört aydaki ağlamaları Peygamber’e (s.a.a) ‘salâvattır’, üçüncü dört aydaki ağlamaları ise anne ve baba hakkında duadır.” Vesâil’uş-Şia, 63. bab, s.1

“Çocuklara sevgi ve şefkatle davranmayanlar ve büyüklere saygı göstermeyenler bizden değildir.”  Mecmuat’ul Verram, c.1, s.34

“Beş şeyi ölene kadar terk etmeyeceğim; …onlardan biri de çocuklara selâm vermektir. Buna titizlikle amel edeceğim ki, benden sonra ümmetim arasında gelenek olsun.” Hadis-i Terbiyetî, c.1, s.120

“Çocuklarınıza gereken ikramı yapın ve terbiyelerini güzel yapın” Kütüb-i Sitte, cilt: 17, sayfa: 473, Hadis No: 7091

“Çocukları sevin, onlara karşı şefkatli olun, onlara verdiğiniz sözü harfiyen yerine getirin; çünkü çocuklar, sizin onlara rızk verdiğinizi sanırlar.” Vesâil’uş-Şia, c.15, s.201

“Çocuğun ana-babası üzerindeki hakkı, ona iyi bir eğitim ve iyi bir isim vermesidir” İslâmî Kültürde Âile Plânlaması; s: 41 (Beyhâkî’den)

“Hiç bir ana-baba evlâdına iyi bir eğitimden, iyi bir ahlâktan daha değerli mîrâs bırakamaz” İslâmî Kültürde Âile Plânlaması; s: 43 (Tabarânî’den)

“Çocuklarınıza önce ‘lâ ilâhe illallah’ cünlesini öğretiniz” İbn Mahled, s: 142; İbn Kayyim el-Cevziyye, s158

“Allah’tan korkun ve çocuklarınız arasında adâleti gözetin” Buhârî, Hîbe, 12-13TDV İslam Ansiklopedisi, c: 8, s: 356

“Bir kimse, bir çocuğa, gel sana şunu vereceğim der ve sonra da vermezse, bu (sözü) bir yalandır/aldatmadır” Seçme Hadisler; 40/50(Ahmed İbn-i Hanbel’den)

“Çocuklarınızı çok öpün; çünkü her öpücüğünüz için (Allah katında) makamlar vardır.” Bihar’ul Envar, c.23, s.113






Üstad Bediüzzaman hazretlerinin de dediği gibi "cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değil" deyip sinemize çektiğimiz duygularımızı, dua dua yükseltiyoruz. Allahım Sen ümmet-i müslimini, çocuklarını koru, bizleri islam üzere eyle, iki cihanda affında afiyetinde eyle..

NOT: Resimlerin üzerine tıklayarak orijinal halini görebilirsiniz.

23 Mayıs 2013 Perşembe

Kadın ve Süslenme



Kadınların erkekleşmesi konusu ile ilgilendiğim günden beri  kadınların süslenmesi mevzu ilgimi çekiyordu ve araştırıyordum. Kadını erkekten ayıran en belirgin özelliklerden birisidir süslenme. Geçen aylarda Fatih’te İnkilab (sonu b ile olan p ile değil) kitapevinde aynı zamanda kendi yayınları “İnkilab Yayınları”ndan “Hz. Peygamber Devrinde Kadınların Süslenmesi” isimli kitabı görünce hemen aldım. İlahiyatçı yazar Fatımatüz Zehra Kamacı tarafından yüksek lisans tezi olarak yazılıp kabul görmüş bir kitap. Peygamber dönemi hanımların süslenme konusunu her yönden ele almış. Ben kendi adıma çok şey öğrendim, okunmasını tavsiye ederim.

Öncelikle Rabbimiz süsü seviyor. Kainatta çiçekleri, böcekleri, yeryüzünü, gökyüzünü, her şeyi süslemiş. İnsan cinsinde de kadını süslü yaratmış. Kadın ve süs konusunda kafamızda genel olarak şöyle bir algı var. İlim ehli, dindar kadın ağır başlı, sade ve süssüz olur. Ne kocasına süslenir ne de diğer kadınların yanında süslü olur. Bir kadın süslü ise onu daha dünyaya ait görürüz. Oysa Peygamberimizin eşlerine ve sahabe hanımlarına baktığımız zaman bunun hiç de öyle olmadığını görüyoruz. Bizim nesil ve önceki nesil tesettüre dikkat edelim derken süs konusunu çok ötelemişiz. Günümüz genç kızları ve hanımları ise her ne kadar dışarıda süslü olsalar da evde genellikle kendilerine dikkat etmiyorlar.

Kadının fıtratında süslenme ve kendini beğendirme arzusu var. Fakat bu arzu bizim toplumumuzda kız çocukları küçük yaştayken bastırılıyor. Kız çocuğu süslenmek ister; annesinin ayakkabılarını giymeye çalışır, boyalarını sürmeye çabalar, engel olunur. Geçenlerde bir anne şöyle bir soru sordu: “Üç yaşında kızım süslenmek istiyor fakat ben korkuyorum bu yaşta süslenirse ilerde ne olur?” diye. Merak etmeyin ilerde kötü bir şey olmaz; tam aksi süs arzusu dengeli bir şekilde yol almış olur. Kız çocuğu elbise etek giymek ister aman pantolon daha rahat diye pantolon giydirilir. Çocuk pantolon giymeye alışır. Yavaş yavaş büyüdükçe fıtratı bozulmaya doğru gider ve süslenme arzusu başka yönlere kaymaya başlar.

Bizim kadınlarımızın çoğunda aşırı bir şekilde evini süsleme merakı var. Her eşyanın en iyisi, en kalitelisi ve gösterişlisi olsun istenir. Salonlar müze gibi kullanımı zor; fakat gösterişli eşyalarla doldurulur ve kapısı kapanır misafirden misafire açılır. Kimilerinde aşırı bir temizlik merakı vardır. Sürekli ev temizler, lavabo ovar, cam siler. Kimin de abartılı bir yemek yapma hevesi vardır. Her gün çeşit çeşit yemek yapar, börek açar, mantı yapar. Fakat süslenmeye gelince evden çıkarken kendini gösterir; kadınlarımız düğünlerde, bayramlarda, günlerde ne giyeceklerini ne takacaklarını şaşırırlar.

Galiba küçük yaşta bastırılan süslenme ve beğenilme arzusu eşyada kendini gösteriyor ve gösterişe dönüşüyor.

Öncelikle şunu kabul edelim. Bizim kültürümüz kadın yetiştirmiyor. Bizler askere gidecek er gibi yetiştik. Ne kadın olmak ne de karı-koca ilişkisi ile ilgili bir hanım neleri bilmeli hiç birini öğrenmedik. Ne öğrendiysek deneme yanılma yoluyla ya da kitaplarla. Bize kadınlık adına öğretilen; ev işi, temizlikten başka bir şey değil. Biz de bunları öğrenince kendimizi kadın zannettik.

Arap kültürü kadın yetiştiriyor. Kız çocukları küçük yaştan itibaren annelerini ve etraftaki kadınları gözlemleyerek, süslü giyinerek, onları modelleyerek büyüyorlar. Bir Arap genç kız ergenlik yaşına geldiğinde bir kız kocası için nasıl süslenmeli, nasıl giyinmeli, erkeğe nasıl davranmalı, erkek sinirlenirse nasıl yatıştırmalı, bunları öğrenmiş oluyor. Bütün bu süslerin yanında onlar kafaları boş hanımlar değiller; gayet takvalı, bilgili, ilim ehli hanımlar. İlmin ve süsün bir arada olabileceğini gayet güzel gösteriyorlar.

Bizim dini kitaplarımızda başta Hz. Aişe’nin olmak üzere Peygamberimizin eşlerinin ve sahabe hanımlarının mücahide yönleri anlatılır; fakat onların kadın olarak nasıl kadınlar olduğu, nasıl eşler olduğunu pek anlatılmaz. Bu yüzden “Hz.Peygamber Devrinde Kadınların Süslenmesi” kitabı sahabe hanımları ile ilgili bilmediğimiz yönleri çok iyi anlatmış.

Kitapta Peygamberimiz dönemindeki hanımların: Saç temizliği, bakımı, saç boyası, yüz bakımı, göz makyajı, diş bakımı, vücut temizliği, koku sürme, el ve ayak bakımı, kıyafetlerde boya, süs, desen ve kadınların kullandıkları takılar ile ilgili bilgiler var.

Öncelikle Peygamber Efendimiz hanımları süslenmeye teşvik etmiş. Kitabın bütünlüğüne bakınca iki sebep öne çıkıyor. Peygamberimiz hem kadınların fıtratlarının bozulmaması ve erkekleşmemeleri için süslenmelerini istemiş hem de kocalarına güzel görünmeleri için. Bu yüzden kadın evli olmasa bile ev içinde süsüne giyimine dikkat etmesi gerekiyor. Evli ise zaten süslenmesi emredilmiş.

Yakın zamanda yazdığım bir hadis-i şerîf vardı bu konu ile çok alakalı olduğu için tekrar yazacağım, tekrarda fayda vardır. Allah Rasulü şöyle buyuruyor “Allah’(c.c) a ve âhiret gününe iman eden bir kadının ölü için üç günden fazla yas tutması helal değildir. Sadece kocası için dört ay on gün yas tutar.” (Buhari, Cenaiz 31- Talak 46)

Peygamberimizin hanımı Ümmü Habibe, babası Ebu Süfyan vefat ettikten sonra ve yine hanımı Zeynep binti Cahş kardeşi vefat ettikten üç gün sonra güzel koku sürünüp “Canımız istediği için değil fakat Allah resul’ü böyle emretti” deyip yukarıdaki hadis-i şerîfi nakletmişler.

Peygamberimiz biata gelen bir kaç hanımın biatlarını ellerinin bakımsız olması ve erkek eline benzemesi yüzünden almamış, hanımlar gidip ellerine bakım uyguladıktan sonra gelmişler. (Bir ilahiyat tezi olması hasebiyle kitapta bolca dipnotlarda açıklama var ve hadislerin kaynakları tek tek belirtilmiş.)

Bir keresinde de Peygamberimiz ona bir şey uzatan bir hanımın verdiğini almamış.

“Bu kadın eli midir erkek eli midir?” diye sormuş. Kadın: “Kadın eli ya Rasulallah” dediğinde

“Öyle olsaydı tırnaklarına kına sürerdi.” diye cevap vermiştir.

Hz.Aişe biat esnasında kadınların el ve ayaklarını desensiz şekilde boyayacakları konusunda söz verdiklerini ifade etmiştir. Görünen yerlerde kına yakarken dövme gibi desenler yapmak yasaklanmış. Kadınlar açıkta görünen yerlerine desensiz boya; el, yüz ayak dışında görünmeyen yerlerini desenler yaparak boyamışlar.

Hz. Aişe Hz. Peygamberin hanımlardan ellerini erkek eli gibi kurutmamalarını istediğini bildirmiş. Peygamberimiz bir hanıma ellerine boya sürmezse elinin sertleşeceğini söylemiş.

Başka bir misal: Hz.Peygamber biata gelen ve ellerine boya kullanmayan kadına bunun nedenini ve evli olup olmadığını sormuş. Kadın evli olduğunu söyleyince boya kullanmasını söylemiş ve şu tespitte bulunmuş. “Kadın boya kullanırsa bekarsa kısmeti açılır, evliyse eşinin beğenisini kazanmayı amaçlar.”

Kadınlar o dönem el ve ayak bakımı için süt, hurma, vers, safran gibi maddelerden el ve ayakları yumuşatıcı doğal kremler yapıp kullanıyorlarmış.

Hz.Peygamber ısrarla kadınlarla erkeklerin hal ve hareketlerle giyiniş tarzı ve benzeri hususlarda birbirlerine benzememelerini kuvvetle vurgulamış. Bu uyarılar neticesinde altın, ipek, kırmızı ve koyu tonda sarı renkli elbiseleri erkekler kullanmayı bırakmışlar.

Peygamberimizin hanımları evlerinde daha çok pembe ve kırmızı tonlarda elbiseler giyiyorlarmış.

Ümmü’l Âliye bin Eyfa çeşitli sorular sormak için Hz.Aişe’nin yanına gidiyor. Hz.Aişe’nin üzerinde açık kırmızı renkte bir elbise olduğunu anlatıyor. Tam ayrılmak üzere iken Hz. Aişe “Hanımlara eşlerini ihmal etmemeleri” konusunda uyarıda bulunuyor. Bahsi geçen uyarıyı yaparken Hz.Aişe’nin üzerinde kırımızı elbise olduğunun belirtilmesi Hz Aişe’nin sadece sözleri ile değil giydikleri ile de süslenme konusunda örnek olduğunu gösteriyor.

Hanımlar süslenmeyi sadece evin içinde yapmamışlar. Sefere çıkarken, hacca giderken de tesettürlerinin içinde süsü ihmal etmemişler. Hemen herkes bilir teyemüm âyeti bir seferden dönerken Hz.Aişe’nin gerdanlığının kaybolması sebebiyle susuz bir yerde olduklarından gerdanlığın aranması sırasında abdest alacak su bulunmaması sırasında inmiştir.

Hz. Aişe hanımların hac için Mekkeye giderken alınlarına sük denilen bir koku sürdükleri ve yolculuk sırasında sıcağın etkisi ile kokunun yüzlerine aktığını anlatıyor. Boya yüzüne akan Hz.Aişeye Peygamber efendimizin “Esmercik!” diye hitap ettiği, yüzünün renginin güzel olduğunu söylediğini rivayet edilmiş.

Yüzlerine renkli kokular sürüyorlar. Zaten koku ayrı bir kültür. Sürmelerinin içine bile koku katmışlar. Saçlarını yıkadıkları ve taradıkları suların içine güzel kokular katmışlar. Elbiselerinde kokular var fakat bu kokular üzerine su serptiğinde yayılan kokular. Koku konusunda Hz.Peygamber “Evden çıkarken kadınların erkekleri etkileyecek keskin ve etkileyici kokular kullanmalarını yasaklamış.”Kadınlar dışarıya yayılmayan hafif kokuları hep kullanmışlar.

Sürme kullanımı ayrı bir öneme haiz kadınlar arasında. Sürme kullanmayan kadınlara “merha” deniliyor. Hz. Aişe Hz. Peygamberin gözlerine sürme çekmeyen hanımlarla (merha) ilgili düşüncelerinin olumlu olmadığı ifade ediliyor. Hz. Peygamber hanımlara özellikle “İsmit sürmesi” tavsiye ediyor ve “görmeyi kuvvetlendireceğini ve kirpikleri gürleştireceğini” söylüyor.

Sürmenin dışarıda kullanılıp kullanılmayacağı konusu benim uzun zamandır araştırdığım bir konu. Çünkü evde sürme çekince dışarı çıkınca da gözde kalıyor. Dışarıda caiz değilse evde de kullanamıyorsunuz çünkü ne zaman dışarı çıkacağınızı bilemezsiniz. Ben sürmeyi yasaklayan hiç bir hadis-i şerîfe rastlamadım. Kitapta bu konu ile ilgili bir fetvalara yer verilmemiş fakat kocası ölen kadınların sürme çekmek için Hz. Peygamber’den izin istemelerine bakarak sürmenin dışarıda kullanıldığı ortaya çıkıyor. Kocası ölen kadını hiç bir erkek görmeyecekse sürme niçin yasaklansın?

Ümmü Seleme’nin eşi vefat ettiğinde Hz.Peygamber sürmeyi terk etmediğini görünce uyarmış ve sadece gece sürebileceğini gündüz sürmemesini söylemiş.

Fakat buradan kimseye fetva vermiş durumda kalmayayım konu ile ilgili bilgi sahibi olan ilahiyatçılarımız bizi bilgilendirsin.

Takı konusu ayrı bir öneme haiz Arap hanımlarında. Hanımlar küpe, kolye, bilezik, el ve ayak parmaklarına yüzük ve ayak bileklerine bileklik ya da halhal kullanılıyordu.

Halhallara ses çıkarsın diye taşlar takılıyormuş, ayak yere vurularak dikkat çekerek yürünüyormuş bu yasaklanmış.

Altın takılarla ilgili Hz.Peygamber ara ara hanımları uyarmış. Bazı hadis alimleri bu konuya Müslümanların ekonomik olarak sıkıntıda oldukları dönemde altın takıların yasaklandığı sonra kadınlara serbest bırakıldığı şeklinde bir açıklama getirmişler. Bazı alimlerde kadınların altının zekatını vermeyi unutmaları halinde vebali yüzünden kadınlara peygamberimizin altın yerine gümüşü sarartıp altın gibi kullanmalarını tavsiye ettiği açıklamasını getirmiş.

Bir seferinde Hz.Peygamber kadınlara altın takı kullanmamaları yönünde telkinde bulunuyor. Bir hanım “Altın takmazlarsa eşlerinin onları beğenmeyeceğini” söylüyor. Peygamberimiz bu sözler karşısında gülümseyerek “Gümüş takıları safranla sarartarak” kullanmalarını tavsiye ediyor.

Arap hanımları midyelerden, deniz kabuklarından, inci ve mercandan ve değişik taşlardan, bitki tohumlarından, olgunlaşmamış hurmaya varıncaya kadar pek çok malzemeden takılar yapıp kullanmışlar. Ayrıca ticaret yoluyla gelen fildişi, kaplumbağa kabuğu ya da hayvan boynuzlarından yapılan bilezikler, kolyeler, küpeler kullanmışlar.

Hz. Peygamber biat için gelen Ümmü Sinan el-Eslemiye isimli bir hanıma deri parçasından dahi olsa bileğine bir şey takması gerektiği şeklinde bir uyarıda bulunmuştur.

Ümmü Fadl’ın Enes bin Malik’e sorduğu soru kadınların takı kullanmasına ne kadar önem verildiğini çok iyi anlatıyor. Ümmü Fadl: “Bir kadının kolye takmaksızın namaz kılıp kılamayacağı” soruyor. Enes bin Malik: Hz. Peygamberin tavsiyesine uygun olarak kadınların deriden dahi olsa takı kullanılması gerektiğini ifade ediyor.

Takıların süslenme dışında kadın ve erkeği dış görünüş olarak birbirinden ayıran unsurlar olduğu görünüyor.

Hz. Peygamber kızı Fatıma için hayvan mafsallarından bir kolye ve fildişinden bilezik sipariş etmiş. Hz. Aişe’nin üzeri altınla süslenmiş iki gümüş bilezik kullandığı anlatılıyor. Ayrıca kitapta diğer eşlerinin kullandığı takılarla ilgili bilgiler var.

Mekke’ de ve Medine’ de kuaför hanımlar var. Hz. Haticenin kuaförünün adı Ümmü Züfer. Bunun dışında Medine’de başta Ümmü Rile olmak üzeri mâşita denen gelinleri ve hanımları kocaları için süsleyen saç ve vücut bakımı yapan hanımlar varmış.

Kısacası Hz. Peygamber döneminde canlı ve renkli bir süslenme kültürü varmış. Bizim de onları örnek almamız gerekiyor. Seminerlerimde hanımlara soruyorum:” Kaç hanım akşam kocasını saçını başını tarayıp, bir sürme çekip, güzel bir elbise ya da etek giyerek hoş bir hal ile karşılıyor?” dediğim zaman beş yüz kişilik salondan on ya da on beş kişi ancak çıkıyor.

Neden acaba? Erkekler için görselliğin önemli olduğunu biliyoruz da hâlâ neden her gün kocalar eşofman üstü tişörtle karşılanıyor? Tamam ev işi yaparken rahat kıyafet de koca gelecek zaman kıyafet değiştirilemez mi? Her gün olmasa bile hiç olmazsa haftada üç dört gün süslenip koca güzel bir şekilde karşılanamaz mı? Komşumuz dahi haber verip geldiğinde üzerimize çeki düzen veriyoruz da kocaların komşu kadar kıymeti mi yok? Ya da ele güne, düğüne, bayrama, dışarıya çıkarken süsleniyoruz da kocaların el gün kadar değeri mi yok? Yoksa süslenmenin ne kadar önemli olduğunu mu bilmiyoruz?
 
Bunun için illa ki evli olmak gerekmiyor. Bekarların da kendini kadın hissetmek için süslenmeye kıymet vermesi gerekir. Kız çocuklarımızı küçükken güzel giydirmeye çalışmalı, elbise etek giydirmeye gayret etmeli, süslenme arzularını bastırmamalıyız, diye düşünüyorum.

Velhasıl kadın ve süslenme konusunda daha fazla bilgi sahibi olmak isterseniz “Hz. Peygamber Devrinde Kadınların Süslenmesi” kitabını tavsiye ederim.

www.cocukaile.net  Sema Maraşlı

19 Mayıs 2013 Pazar

Beslenmede Doğru Bilinen Yanlışlar


Sağlıklı yaşamak için hepimiz, yediklerimizin ve içtiklerimizin seçimine itinâ gösteririz. Lâkin çocuklarını daha iyi besleyip büyütmek için çeşit çeşit karışımlar yapan anneler de az değildir. Günlük hayatta gerek damak tadımıza uyduğu, gerekse alışkanlık gereği karıştırarak yediğimiz bazı gıdalar vardır. Ancak daha yararlı olduğunu düşünerek birlikte yediğimiz bir kısım yiyecekler ve içecekler, bazen yanlış beslenmemize sebep olmaktadır. Meselâ kansızlığına iyi geleceği için çocuğumuza pekmez içirmemiz gerekir. Şayet pekmezi, daha kolay ve severek yedirebilmek için yoğurda karıştırırsak yanlış yapmış oluruz. Zira çocuğun pekmezden alacağı demiri, önemli oranda azaltmış oluruz.
Daha bunun gibi sıklıkla yaptığımız birçok hatalar vardır. Bunlardan bazılarını kısaca izah etmeye çalışalım.
Ispanağı, yoğurt dökerek yemek: Ispanağı, daha çok demir minerali almak için yeriz. Fakat çoğunlukla yanından yoğurdu eksik etmeyiz. Ne var ki, yoğurtla birlikte yenen ıspanaktaki demirden tam olarak faydalanmamız mümkün değildir. Çünkü yoğurttaki kalsiyum, demir mineralinin emilimini azaltarak vücuda daha az demir girmesine neden olur.

Et yemekleriyle birlikte ayran içmek: Et yemeklerinin yanında ayran içmek, vazgeçemediğimiz geleneklerimizdendir. Yine yukarıda belirttiğimiz gibi et yemeklerini ayranla birlikte yersek, ayranda bulunan kalsiyum, etteki demirin emilimini azaltır. Böylece etten umduğumuz demiri alamayız. Eğer ayran yerine bol C vitaminli bir salata ya da saf bir portakal suyu tercih edersek etteki demirden tam mânâsıyla faydalanmış oluruz. Çünkü C vitamini, demirin emilimini en yüksek oranda sağlamış olur.

Balığın yanında yoğurt yememek: Balığın yanında yoğurt yememe, ayran içmeme anlayışı halk arasında çok yaygındır. Bu inancın altında, aslında zehirlenmenin sebebinin yoğurt olmadığı, balığın içinde bulunan “histamin” proteininin olduğu gerçeği yatar. Bu vitamin yoğurtta da bulunduğundan, birlikte yenildiğinde vücuttaki histamin vitamini artabilir. Alerjisi olanlarda kızarıklık ya da kaşıntıya sebep olabilir. Netice olarak balık taze ise, yoğurt ve ayranla birlikte yemenin hiçbir mahzûru yoktur.

Pekmeze yoğurt veya süt katmak: Pekmezin kansızlığımıza iyi gelmesini istiyor ve demirinden faydalanmak istiyorsak onu ya tek başına yememiz veya C vitamini yoğunluklu portakal suyu gibi bir içecekle birlikte yememiz en doğrusudur. Böylece C vitamini, demirin en iyi bir şekilde vücutta emilmesini sağlamış olur. Aksine pekmezi, yoğurt veya süte ekleyerek yersek demirinden tam olarak faydalanamayız. Ayrıca pekmez, sadece tatlandırıcı olarak kullanılmış olur.

Balı, sıcak süte karıştırmak: Özellikle soğuk algınlıklarında sıcak süte bal karıştırarak sıcak sıcak içme alışkanlığımız vardır. Aynı şekilde sıcak suya bal karıştırmak da diğer bir tercihimizdir. Böyle yapıldığında baldaki protein, vitamin ve mineraller, 40 derecenin üzerindeki sıcak sıvıda ısıya maruz kaldığı için yok olur. Bal da sadece tatlandırıcı olarak vazife görür. Bu yüzden balı mutlaka ılık su, süt veya meyve suyuyla içmemiz en doğrudur. Böylece balın bütün besin değerinden faydalanmış oluruz.

Yemek yerken su içmemek: Pek çoğumuz, yemek esnâsında su içmemin kilo aldıracağını düşünür. Hâlbuki yemek yerken arada bir yudumlarla su içmek, kilo aldırmaz, tam tersine iştahı azaltmaya yardımcı olur. Yalnızca sindirim problemi olan kişiler, yemek sırasında sıkça su içmemelidirler.

Yumurtayı kolesterolü artırır diye yememek: Yumurta, en kaliteli protein kaynağıdır. Sağlıklı bir kişi, günde en az bir yumurtayı yiyebilir. Hatta kolesterol, tansiyon ve şeker hastalığı gibi rahatsızlığı olanlar bile, rahatlıkla haftada üç-dört defa yumurta yiyebilirler.

Yemekten hemen sonra meyve yememek: Yemekten sonra meyve yenilmesinin yağlanmaya sebep olacağı söylenir. Hâlbuki ikinci çeşit yemek yerine, daha az enerji alımı için bir porsiyon meyve yenilebilir. Diğer bir ifadeyle, yemeklerden sonra tam doygunluk sağlanamıyorsa, aşırıya kaçmamak şartıyla meyve yenilebilir.

Aç iken limonlu-sirkeli su veya greyfurt suyu içmek: Fazla kilolarından rahatsız olanlar, açken sirkeli-limonlu su veya greyfurt suyu içerek zayıflayacaklarını sanmaktadırlar. Bu uygulamanın zayıflatıcı hiçbir etkisi yoktur. Hatta sindirim sistemine rahatsızlık bile verebilir. Sadece C vitamini ihtivâ etmesi sebebiyle, güne kendini daha dinç hissederek başlamayı sağlayabilir.

Kepekli ekmeğin ve light ürünlerin kilo aldırmayacağı: Kepekli ekmeğin beyaz ekmeğe göre kalorisi biraz daha düşüktür. Buna dayanarak ve kalorisi az diyerek daha çok kepekli ekmek yemek, zayıflamak yerine kilo aldırır. Üzerinde light yazan yiyecek ve 
içeceklerin de nasılsa kilo aldırmıyor düşüncesiyle çok miktarda yenilmemesi gerekir.

Zeytin yağının, katı yağlar gibi kilo aldırmayacağı: Zeytinyağı, insan sağlığı için bir numaralı yağ olsa da bir gramı 9 kalori enerji verir. Bu, şu anlama geliyor: Zeytinyağı da diğer yağlar gibi, gereğinden fazla yenildiğinde kilo yapar.

Nejla Baş-SEBNEM DERGİSİ

18 Mayıs 2013 Cumartesi

Gıdalarda Akrilamid Kalıntısı ve Kanser Riski

Akrilamid genellikle poliakrilamid ve akrilamid kopolimerlerinin yapımında, yapıtaşı olarak kullanılan bir kimyasal maddedir. Poliakrilamid ve akrilamid kopolimerleri kâğıt, boya ve plastik imalatı, içme ve atık sularının işlenmesi gibi birçok endüstriyel proseste kullanılmaktadır. Aynı zamanda kalafat, gıda ambalajları ve bazı yapıştırıcılar gibi birçok tüketici ürününde de eser miktarda akrilamid bulunmaktadır.

Gıdalarda akrilamid bulunur mu?

Avrupa ve Amerika’da yapılan çalışmaların sonuçları özellikle 120 santigrat derecenin üzerinde bir sıcaklığa maruz kalan gıdaların akrilamid içerdiğini göstermektedir. Diğer gıdalara oranla patates cipsleri ve kızartmalarında çok daha yüksek düzeylerde akrilamid bulunmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü gıdalardaki akrilamidin önemli bir sorun teşkil ettiğini ve bu konu üzerindeki çalışmaların derinleşmesi gerektiğini belirtmektedir.

Pişirme ile nasıl akrilamid oluşur?

Bir amino asit (proteinlerin yapı taşı) olan asparjin birçok sebzede bulunur. Özellikle patateste, patatesin cinsine de bağlı olmakla birlikte yüksek miktarda asparjin vardır. Belirli şekerlerin varlığında asparjin yüksek sıcaklıklara maruz kaldığında akrilamid formuna dönüşmektedir. Bu bağlamda kızartma, fırınlama ve kavurma gibi yüksek sıcaklıkta pişirme metotlarının yüksek düzeyde akrilamid üretirken haşlama ve mikrodalga ile pişirmenin nispeten daha düşük akrilamid ürettiği bulunmuştur. Bunun yanında 120 santigrat derecenin üzerindeki sıcaklıklarda pişirme süresinin uzunluğu da akrilamid üretimine katkıda bulunmaktadır. Bu nedenle pişirme süresinin azaltılması oluşan akrilamid miktarının azaltılması için önemlidir. Bunun yanında pişirmeden önce patatesleri haşlamak veya pişirme sonrasında kurutma (sıcak bir fırında) yapmanın da akrilamid miktarını azalttığı görülmüştür.

Beslenme alışkanlığımız değişmeli mi?

Gıdalardaki akrilamid miktarı üreticiye, pişme zamanına ve pişirme prosesine göre farklılıklar göstermektedir. Sadece akrilamid değil gıdalarda bulunan sayısız zararlı kimyasaldan kurtulmak için izlenmesi gereken en temel yol şüphesiz belirlenmiş besin kurallarına uymak ve düşük yağ ve yüksek lif içeren tahıllar, meyveler ve sebzeler tüketmek olaraktır.

Diğer akrilamid kaynakları nelerdir?

Gıdalar ve sigara dumanı en büyük akrilamid kaynaklarıdır. Diğer kaynaklardan dolayı maruz kalınan akrilamid sigara ve gıda ile karşılaştırıldığında çok önemli bir yer teşkil etmese de bilim adamları henüz tüm akrilamid kaynaklarını tanımlayabilmiş değillerdir. Akrilamid ve poliakrilamid endüstrinin birçok dalında kullanılmaktadır ve bunlardan kaynaklı akrilamide maruz kalmamak için belirli düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır.


Akrilamid kanser riskini arttırır mı?

Kemirgenler üzerinde yapılan çalışmalar akrilamidin farklı kanser türlerinin oluşumuna katkıda bulunduğunu göstermektedir. Ancak insanlar üzerinde yapılan çalışmalar henüz tamamlanmamıştır. Uluslar arası Kanser Araştırmaları Derneği laboratuvar hayvanları üzerinde yapılan çalışmalar neticesinde akrilamidi “muhtemel kanserojen” olarak tanımlamaktadır. Fakat yapılan çalışmalara göre kemirgenler ile insanların akrilamid adsorpsiyon oranında farklılıklar gözlenmiştir.
Halen günlük alınan akrilamid ile ağız, yutak, yemek borusu, gırtlak, kalın bağırsak, böbrek, meme ve rahim kanseri gibi çeşitli kanser türleri arasındaki bağlantı olup olmadığını araştıran sayısız araştırma yapılmaktadır. Bu çalışmaların birçoğunun sonucuna göre akrilamid alımına bağlı aşırı tümör oluşumu gözlenememiştir. Fakat çalışmaların çoğu durum kontrol çalışması olup, kişilerin akrilamide maruz kaldığı kişinin verdiği bilgilerden çıkarılarak elde edilmiş ve çalışmalarda tüm akrilamid kaynakları değerlendirilmemiştir.
Bunun dışında çalışma alanlarında yüksek miktarda akrilamid bulunan ve buna maruz kalan kişilerde nörolojik hasarların oluştuğu gözlenmiştir.
Amerika Çevre Koruma Örgütü (EPA) içme sularındaki akrilamit miktarına belirli bir sınır koymuştur. Bununla birlikte gıda ile temas halinde bulunan ambalajlarda da bulunabilecek maksimum akrilamid oranı belirlenmiş ve limit üzerinde akrilamid bulunduran ambalajların gıda ile teması yasaklanmıştır.


Kaynakça:
http://www.cancer.gov/

11 Mayıs 2013 Cumartesi

Bu Hayat Senle Güzel ANNEM

Hepimizin göz bebeği, biricik annelerimizin anneler günü kutlu olsun. Fazla söze gerek yok sanırım birçok ülkede pazar oldu ve annelerine kocaman sarılıp onları ne kadar sevdiklerini söylediler bile. Sıra bizde anneciğim seni birçok kere hüsrana uğratmış olsam da biliyorum ki beni çok seviyorsun. Eee bende seni çok çok seviyorum. 
        Ben daha fazla konuşmayayım. Sizleri anneler günü için hazırlanan birbirinden güzel videolara bırakıyorum. 
İlk önce favorim eskide olsa 'BİR TEK ANNEM OLSUN BANA BİR ŞEY OLMAZ' 

Bu reklamı da cok seviyorum çünkü annemin bana söyledikleri birebir var ' O tabak bitecekk'


Madem profilodan başladık simdi de bir yıl önceki video


Ve bu yılın videosu üniversite yıllarını hatırlatan, gülümseten geçmişe götüren video

'teknosa'nın yıla damgasını vuran videosu 'son teknoloji anneler'


ve beko'dan çakma Teknosa videosu
 ama buffering kısmı çok güzel olmuş değil mi?
ve son olarak rusça bir şarkı ne diyor parçada bilmiyorum ama beni çok etkiledi..

Tüm annelerimizin günü kutlu olsun. bugün Reyhanlıdaki patlamada hayatını kaybeden annelerimize Allah (cc)  rahmet diler; çocuklarını kaybeden annelerimize rabbim sabır versin. :(

9 Mayıs 2013 Perşembe

Türkiye'de Y Kuşağı

Bu yazımızda böyle olsun benim haftalarımı alan ve almaya devam eden seminer ödevim den bir kuple. Ne imiş bu Y Kuşağı ne işe yararmış, ne yer ne içermiş..
:) :) :)
Not: Göz ve ruh sağlığınız için tavsiye; aşağıdaki sonu gelmeyen ileri faydalı eklentiyi bilgisayarınıza indirip rahatlıkla okuyabilirsiniz.
:) ;) :) 


8 Mayıs 2013 Çarşamba

Nasıl Yaşadıysa Öyle…



“Siradan bir hafta sonuydu. Tatilin tadini çıkarmak adina geç saatlerde kalkmış, kahvaltı yapıp, “bugün ne yapabilirim, geriye kalan vaktimi nasil degerlendirebilirim” diye düşünürken cep telefonum çaldi. Çalıştığım hastaneden arıyorlardi. Ne olabilirdi ki? Umarım, tatilimi mahvedecek bir şey değildir, diye düşündüm.
Görevli arkadaş “icapçı hemşire” olduğumu, İstanbul’a bir hastanın götürüleceğini ve en geç 20 dakika içerisinde hazır olup hastaneye gelmem gerektiğini söyledi. Ben de hazırlandım tabi, ama söylene söylene.. Nereden bilebilirdim bu yolculuğun hayatımı değiştireceğini..Hastaneye geldiğimde ambulans hazır halde beni bekliyordu. Fakat hasta yoktu. Burada kaldığı bir evden alınıp, sonrasında da İstanbul Fatih’teki evine bırakılacaktı.

— Oh, dedim, demek ki hastanın önemli bir problemi yok.. Gerekli malzeme kontrollerini yaptıktan sonra yola koyulduk.

Hastanın bulunduğu eve vardığımızda, bir doktor karşıladı bizi. Hastanın ilerlemiş bir beyin tümörünün olduğunu ve yapmam gerekenleri bir bir anlattı. Hastayı sedyeyle ambulansa aldığımızda, bilinci yarı açıktı. Bazen bizi işitiyor, bazen de derin bir uykudaymışçasına hiç konuşmuyordu. Eşi de yanında refakat etmekteydi. Bir süre bu şekilde gittikten sonra, hasta idrarının geldiğini söyledi. Bir “ördek” yardımıyla bu işi hallettik. Sonrasında da, eşinin kulağına bir şeyler fısıldadı.

— Eşinizin ağrısı mı varmış, dedim.
— Hayır, namaz vakti geldi mi diye soruyor, dedi. Abdest alacakmış da..
— Nasıl yani, yerinden bile kalkamıyor, nasıl abdest alacak? Üstelik, verdiğimiz ilaçlar devamlı idrar yaptırır ve abdesti sık sık bozulur, o zaman ne yapacağız?
Hastanın gözleri ilaçların etkisiyle yavaş yavaş kapandı ve derin bir uykuya daldı. Belli bir süre bu şekilde devam etti yolculuğumuz. Hasta bir ara gözlerini aralayıp:
— Namaz vakti geldi mi, dedi.
— Evet, dedi karısı.
Hasta, ambulansı uygun bir yerde durdurup, kendisi için bir tuğla parçası arayıp aramayacağımı sordu:
— Tabiî ki ararım, dedim. Ama ne yapacaksınız ki tuğla parçasını?
— Abdest alacağım hemşire hanım, dedi bitkin bir şekilde.
Aman Allah’ım, “yoldayım” diye kılmadığım, “uykusuzum” diye kazaya bıraktığım, “biraz sonra kılarım” diye ertelediğim namazlarım geliverdi aklıma..

Ambulansı bir tesiste durdurduk ve bir tuğla parçası aramaya koyuldum. Birinci adım, ikinci adım derken, bir de baktım ki tuğla parçası karşımda duruyor. Sanki bilinçli bir el onu benim almamı istercesine oraya koymuş gibiydi âdeta..

Tuğla parçasını aldım, hastaya verdim. Taşı karnının üzerine koydu ve yolculuk boyunca her abdesti bozulduğunda teyemmüm edip abdest aldı ve ardından namazını eda etti. Bilinci yerindeyken, dudaklarında hep bir mırıltı, durmadan dua ediyordu.
Allah’ım nedir bu yaşadıklarım. Bu insanlar gerçek olabilir mi, diye geçiriyordum içimden. Yerinden kalkamayacak kadar hastayken “namaz vakti geldi mi” diye soruyordu adam. İmkânsız olduğunu düşünürken tuğla parçasını bulmam, adamın devamlı teyemmüm abdesti alması o kadar garibime gitmişti

Başım ağrıyor, romatizmam var, ayaklarımda mantar var, uykusuzum, yorgunum, işlerim çok yoğun gibi bahanelerle abdestten, namazdan kaçanlar var ya, onlar geldi aklıma. Kendim geldi aklıma. Utandım, yıkıldım ve o adamı tanıdıktan sonra namaza dört elle sarıldım, sanki namazla yeniden dirildim.

Sanırım, hastanın sonunu merak ediyorsunuz. Hasta kısa bir süre sonra vefat etmiş.
Nasıl öldüğünü tahmin ediyorsunuzdur herhalde.. Nasıl yaşadıysa öyle…”

7 Mayıs 2013 Salı

Ali Lidar

Bu aralar dönüp dönüp okuduğum okumaya doyamadığım satırlara sahip kendisi. Bilmeyenimiz duymayanımız varsa, buradan duyurayım bildireyim istedim.

Blogu var "Karpuz Kabuğuna Yazılar Yazmak" oradan paylaşıyor yazılarını. Dilerseniz buradan da göz atabilirsiniz...



Not: Ben Buika eşliğinde okumayı seviyorum, ablamız 3 dakika 50 saniyede sesi ile içindeki elemi kederi akıtmış gibi....;)

Münasebetsiz Şiir..
ışığın kırıldığı yerde göz yaşının ne hükmü var
nasıl da dönüyor gün farkımızda bile değil
bu karıncalar bu otlar hepsinin var bildiği
ben küçüğüm dünya büyük aklım bir türlü ermiyor
şu saatte kim bilir kaç japon işe gidiyor
kaç nepal'li tapınakta kaç çad'lı aç kim bilir
yalnızken bile kocamanken burası işte bu dünya
ve herkes bir dünyayken.. off kaç milyar dünya var
ağaçlar var sonra kuşlar hamam böcekleri falan
herkesin işi gücü var herkes kendisiyle meşgul
yalnız ben mi azadeyim her türlü meşguliyetten
aslında bir bok bilmezken artistliğin ne alemi var?

Helallik..
Sırtını son kez gördüğümden beri
yüzümde, gidiş yönünde tekerlek izleri.
Mor gabriel, Neve-Şalom, Sultanahmet.
Hepsinin fotoğrafı önünde tek tek allaha yalvardım
dinle diye beni.
Şaşırma, ne de olsa hepsi
aynı allahın evi..

Çok hakkın var üstümde helal etmezsen
kul hakkı bu, şaka değil eğer helal etmezsen
dua etmeyi bir yana bırak
camiye gidip allahın halısına bile basamam utancımdan..

Ailesince dışlanmış cüzzamlı bir kurbağayım.
Kendime bile fazlayım bu ayıp bana yeter
Büyüklük sende kalsın, beni affet,
hem sen affedersen, belki allah da affeder..


CV..
Bir şey yapmadan önce durup düşünmeyi öğrenmedim. Aklıma ne gelirse yaptım, peşinden ne bok yedim lan ben dedim bu yaşıma kadar. Öfkemi kontrol edemiyorum. En büyük hobim etrafımdakileri kırıp dökmek. İnsan sevmiyorum ( bebekler hariç ) İnsanların toplu halde duyarlılık gösterdiği şeyler ( sokak çocukları, sokak köpekleri, sokak lambaları v.s) zerrece umurumda değil. Çoğu zaman çaktırmasam da canım hep sıkkındır. İleri derecede ukala olduğum da beni tanıyan herkesin ortak kanaatidir. Buna bir de patavatsızlığı eklemek gerekir. En son söylenmesi gereken şeyleri kafadan söyleyip konu her neyse rezil etmeye bayılırım. Kimsenin sevmediği yazarları sever kimsenin dinlemediği şarkıları dinlerim. En çok eğlendiğim zamanlar oyuncaklarımla oynadığım zamanlardır. Günde en az bir 'ciddi saçma sapanlık' yapmazsam rahat edemem. Herhangi bir şey olabilir bu, ama mutlaka en az bir tane ağır saçmalığım olur her gün. Yüzüm hep asıktır. Hatta ayna karşısına geçip farklı tekniklerle yüz asma denemeleri yapmışlığım bile vardır. Senede en az iki kere depresyona girerim. Elimden neredeyse hiçbir iş gelmez, el becerisi gerektiren akla gelebilecek her işte çuvallama şampiyonu olabilirim. Becerebildiğim hatta becerebilmek bir yana idare edebildiğim tek bir spor dalı bile yoktur ( Hatırlayabildiğim en büyük başarım: ilkokuldayken top sektirme yarışması gibi bir şey yapıyorduk dört arkadaş. Onbeş ya da onaltı kere sektirmiştim, hala zaman zaman o anı düşünüp hayaller kurup gülümserim.) İnsanları küstürerek koşarak etrafımdan uzaklaşmalarını sağlamak konusunda muazzam yetenekliyim. Bildiğim en zayıf iradeli insan ben olabilirim. Hemen hemen hergün sigarayı bırakmak konusunda sözler veririm kendime, ama uyku hariç maksimum iki saat ara vermişimdir. Üç yaşından beri düzenli olarak küfrederim. Elimden tesbihim hiç düşmez. Mutluluktan da hiç hazetmem, mutlu gibi olduğum zamanlar muhakkak üzülecek bir şeyler bulur, bulamazsam da hemen o an yaratırım. Bunlar bir çırpıda aklıma gelenler birazcık düşünürsem eğer yüzlerce şey daha ilave edilebilir..

Kitap Okurunun Hakları
1.Okumama hakkı 
2.Sayfa atlama hakkı 
3.Bir kitabı bitirmeme hakkı 
4.Tekrar okuma hakkı 
5.Canının istediğini okuma hakkı 
6."Bovarizm"hakkı 
7.Canının istedği yerde okuma hakkı 
8.Çöplenme hakkı 
9.Yüksek sesle okuma hakkı 
10.Susma hakkı 


 

(c)2009 biraz biraz. Based in Wordpress by wpthemesfree Created by Templates for Blogger