İlk yaratılan nur O'nun nurudur. O zuhur etmezden evvel gündüzün
geceden, baharın da kıştan farkı yoktu. İyilikler, kötülüklerle iç içe; akıl
nefse yenik, ruh da bedenin esiri idi. Varlığın sırrını keşfedip akla yüksek
hedefler gösteren, düşünceye kapılar açıp insanın ebedlere namzet olduğunu
âlemşümul bir dille haykıran O'dur. Her şey gibi zaman da gerçek manasını o
güzeller güzeli Sevgili’yle bulmuştur.
Bizim için çok mühim, bereketli ve feyiz dolu günler vardır.
Bunlardan bazıları, inananlar için tam bir bayramdır. Her hafta Cuma günü
yaşanan sevincin daha büyük çapta Kurban ve Ramazan Bayramlarında da yaşanması
bundandır. Fakat bütün insanlık, hatta bütün bir varlık âleminin bayramı
sayılan mübarek bir gün daha vardır ki, o da Allah Rasûlü’nün dünyayı teşrif
buyurarak tenezzülen aramıza girip bizi şereflendirdiği kutlu zamandır.
Bu hakikate bağlı olarak, rahmet-i Rahman’ın galeyana geldiğine
inandığımız bu zaman diliminde, Mevlid Kandili’nin bizim için hakiki bayram
olması recasıyla, ümmet-i Muhammed’in hal-i pürmelali açısından bayram
harçlığına ve hediyesine en muhtaç birer yetim olduğumuz mülahazasıyla, Şefkat
Peygamberi’nin ruhaniyetine sığınarak, O’nun hayatbahş nefesiyle bir kere daha
dirilme arzusunda bulunduğumuzu arz etmek istiyoruz:
Ey yaratılışın gâyesi, varlığın özü, peygamberlik hakikatinin
zübdesi!
Bir zamanlar içimizde Sen vardın, varlığın sayesinde her şey
büyülü ve her şey çok güzeldi. Belki bazen bir kısım kopuklukların yaşandığı ve
davranışların sevimsizleştiği, tavırların kabalaştığı, ses ve solukların
hırıltıya dönüştüğü de olurdu; ama, hemen arkasından Senin dünyandan gelen ışık
ve esintilerle bütün bu olumsuzluklar silinir gider, düşünce ve his ufkunda
sadece Sen ve Senin o rengârenk atmosferin tüllenmeye başlardı. Ufukların
kararması, ruhları hafakanların sarması Senin bütün gönüllerde doğuvermene bir
çağrı gibiydi: Ne zaman bunalıma düşsek, gölgen tıpkı bir dolunay gibi
gönlümüzün tepelerinde beliriverir ve bütün kasvetleri siler-süpürür,
götürürdü. Ne vakit biraz sıkışsak veya kendimize takılsak, içinde bulunduğumuz
o muzlim hal, ışığına bir çağrıymış gibi, birdenbire dört bir yanda Senin o
hususi dünyanın sıcaklığı, yatıştırıcılığı duyulmaya başlar ve sonsuzdan gelen
nurlar sarardı her yanımızı.. esen rüzgarlar Senin kokunu sürünür gezer,
ikliminin varidâtı şelaleler gibi başımızdan aşağı boşalır ve biz ötelerden
gelen nurlarla banyo yapmışçasına serinlerdik.
Hemen her zaman böyle kısa bir kopukluktan sonra, kendi
kendimize: “Eyvah, meğer ne kadar O'nsuz kalmışız” der ve gönüllerimizde Seni
bir kere daha taptaze bulmuş olurduk. Her sürçme, her inhiraf, her bulantıdan
sonra adeta Rahmeti Sonsuz Seni bir kez daha bize iade ederdi de duyardık bütün
benliğimizle sesini-soluğunu, ışığını-kokunu ve mesajının büyüleyen şivesini;
duyar ve sihirli bir balona binmiş gibi bir hamlede yer çekiminden kurtulur,
ruhlarımızda sonsuza doğru bir hareket havası hissederdik. Böyle bir havanın
sihriyle bize ait kirlenmiş atmosferden hemen sıyrılıverir ve adeta
semavîleşirdik. Öyle ki, ruhumuzu ne zaman yoklasak, Senin o ışıktan dünyandan
sızıp gelen ve gönlümüzün derinliklerine akan bir ziya, bir ümit, bir inşirah
hisseder ve kendimizi Senin o sımsıcak huzurunda sanırdık. Çünkü, içimizde her
zaman Sen vardın ve varlığınla her şey çok güzeldi.
Sen bizim için hem geçmiş hem gelecek hem de hâldin; zaman üstü
ve büyüleyen öyle bir duruşun vardı ki, nurunla her vakit içimizde gibiydin..
kendi ışık çağında durur, günümüzü kucaklar, ileriye işaretlerde bulunur ve
bütün zamanlara kendini dinletirdin. Sinelerimiz otağındı; gönüllerimizde
yaşar, bizi kendin gibi yaşatır, annelerimizin kucaklarından daha sıcak o
mübarek atmosferinde bizlere yumuşak yumuşak ninniler söylüyormuşçasına
hafakanlarımızı dağıtır ve rahatlatırdın hepimizi.
Çok defa manevî huzurunun câzibesine kendimizi salar ve ışığınla
taçlandırdığın çağlarda dolaşır, bir zamanlar milletçe ortaya koymuş olduğumuz
tarihî güzellikleri temâşâ eder; yitirdiğimiz ya da terk ettiğimiz değerleri
yeniden bulmuş gibi olur, çocuklar gibi sevinirdik.. derken Senden fışkırıp
gelen o nazlı ve hülyalı günler, hafızalarımızda bir kez daha çiçekler gibi
açardı ve biz milletçe Nur Çağı'nın memelerinden süt emiyor gibi olurduk;
olurduk da o küflenmiş, kirlenmiş dünyalarımız yeniden pırıl pırıl bir hal
alır; kırılmış, yırtılmış, şirazeden çıkmış hülyalarımızın parçaları bir araya
gelirdi. Seninle nuranîleşen zamanlar, yaşadığımız günlerin, saatlerin,
dakikaların içine akar ve bize gerçek hayatın rengini, desenini, şivesini
fısıldardı.
Bizimle aynı memeden süt emmeyenler ne yudumlarlarsa
yudumlasınlar, biz hemen her zaman hiç kimsenin duyup tatmadığı hazlarla
soluklanır, gözlerimizi açıp kapar ve cennetlerdeymişçesine düşündüğümüz, arzu
ettiğimiz, istediğimiz, elimizi uzattığımız hemen her şeye ulaşır ve adeta hep
rüyalar âleminde dolaşırdık.. neden olmasın ki, içimizde Sen vardın; zaman,
mekan ve bunlara bağlı her şey de bize yârdı.
Ne zaman gönüllerimizde Seninle münasebete geçsek, birden âdî
ahvâl ve düşüncelerimizin üstünde Senin âhenkli, hülyalı ve aydınlık dünyan
tüllenmeye başlar, his ve heyecanlarımızı şahlandıran o esrarlı hayat
sergüzeştin bizi, olduğumuz yerden, Sana vâsıl olacağımız şehraha ulaştırır; o
yolla tâ Hak kapısının önüne götürür, bize mekan üstü teşrifat salonlarında
Firdevs koltukları gibi minderler serer ve gönüllerimize hülyalara denk
güzellikler sunardı. Seninle bulunduğumuz o sırlı zamanlarda, düşünülmesi imkansız
daha neleri hatırlar, ne zevk ve haz fasılları yaşar ve kim bilir her gün kaç
kez “Meğer hayat buymuş” diyerek var olma neş’e ve sevinciyle soluklanırdık. O
zamanlar gölgen üzerimizdeydi, biz de varlık ve yokluğunun farkında idik! Senin
o masmavi ikliminden süzülüp gelen ruh ve mânâ, bizim özümüz ve canımızdı;
bizler onunla yaşar, onunla oturur kalkar, onunla her engeli aşar, ulaşmak
istediğimiz zirvelere onunla ulaşır ve yürürdük duraksamadan hedeflerin en
kutsalına; Hak rızasına ve ona vesile kabul ettiğimiz nâmını yedi cihana
duyurmaya.. ipekler gibi yumuşak nefes ve soluklarla zaman zaman hep kuşlar
gibi yükseklerde uçarak, meltem olup her şeyi, herkesi okşayarak, zaman zaman
da bulutların bağrında yağmurlaşarak; sonra da dört bir yana sağanak sağanak
boşalarak her lahza hayatla çağlardık. Gönlümüzce yaşadığımız o aydınlık gün ve
aydınlık saatlerde güneşimiz Seninle doğar, Seninle batar; gündüzler çehren
gibi pırıl pırıl gelir geçer, geceler siyah zülüflerinden bize türküler söyler
ve nabızlarımız her zaman kalbinin ritimlerine uygun atardı. Dimağlarımız Seni
düşünmekle dinlenir, hafakanlarımız gölgene sığınmakla dinerdi ve böylece
hayatın hiç kimseye nasip olmayan tadını ve varlığın bitmeyen zevkli
maceralarını hep Seninle duyardık. Senin göklere bağlı hayat sergüzeştinde
okurduk imanın yenilmez gücünü, Müslümanlığın kahramanlık olduğunu, doğruluğun
paha biçilmez kıymetler ihtiva ettiğini, iffet ve ismetin, meleklerinkine denk
insan tabiatının bir buudu haline geldiğini.
Sendin gökler ötesi sırları, verâlardan akıp gelen ışıkları,
dünya-ukbâ arasındaki münasebetleri; insanların emellerini, isteklerini,
ihtiyaçlarını ve bütün bu hususlardaki beklentilere vaadedilen ebediyetleri
söyleyen. Mesajların gelip kulaklarımıza çarparken Seni aramızda hissediyor,
beynimizin işitme merkezlerinde sesini duyar gibi oluyor, basiretlerimizle o
ışıktan hayatının nuranî karelerini temaşa ediyor ve bütün bir varlığı kendine
has muhtevasıyla Sende görüp Sende okuyorduk. Senin terbiyen, Senin üslûbun ve
Senin sisteminle yetişmiş olan nesiller yıllar ve yıllar boyu, Senden
duydukları, Senden dinledikleri, Senden aldıkları o mesajların en renkli, en
cazip, en derin ve en çarpıcılarıyla hep ra’şelerle ürperip heyecandan heyecana
girdiler; Seninle alâkaları ölçüsünde imanları iz’ân ufkuna erişti,
muhabbetleri çağlayanlara dönüştü ve onlar en engin bir aşk u şevk tufanıyla
gidip tâ ruhanîlere ulaştılar.
Asırlar ve asırlar boyu art arda gelen nesillerin Seni bu ölçüde
duyup sevmeleri, varlığını ve varlığının gayesi sayılan mesajını bu çerçevede
hissetmeleri için kim bilir ne kadar cehdler, ne kadar gayretler sarf
edilmişti!. Ne beyin fırtınaları yaşanmış ve ne zahmetlere katlanılmıştı!
Mevsimi gelince de bunlar semere vermişti.. ve artık her işte, her gönülde Sen
vardın ve Seninle geçen her dakika, her saniye adeta bir eşref saatti. Sürekli
başımızdan aşağıya dökülen ışıkların ruhlarımıza akıyor ve benliğimize neler ve
neler duyuruyordu!
Sen, arkandakilere mutluluklar vaadediyor, onların ebedî saadet
isteklerini cevaplıyordun; onlar da, daha aydınlık günlerin ileride
olduğu/olacağı mülâhazasıyla her an daha da şahlanıyor ve Senin arkanda bulunma
sevinciyle adeta yeni bir asr-ı saadet yaşıyorlardı.
Biz insanlar, tâ yaratılırken, âciz, fakir, ihtiyaç içinde ve
bir sürü beklentinin çocukları olarak yaratılmıştık: Gönül huzuru bekliyor,
dünyevî-uhrevî saadet hülyalarıyla yatıp kalkıyor, ebediyet ve ebedî mutluluk
rüyaları görüyor ve hep boyumuzu aşkın şeylerin peşinden koşuyorduk; Seninle ve
Senin ışıktan mesajlarınla beklentilerimizin üstünde ihsanlara nail olduk; Sen
gelmeden ölüler gibiydik, risaletinle sûr sesi almışçasına dirilip doğrulduk.
Dün Sen içimizdeydin ve günlerimiz gündü; o aydınlık günler
tamamen yok olmasa da, bugün büyük ölçüde renk attı ve soldu. Hüznümüz Yakup’un
hüznüne denk, ümitlerimiz de onunki kadar; hepimiz, çok yakın bir gelecekte
yeniden ufkumuzda tulû edeceğin o aydınlık günlerin hülyalarıyla yaşıyor, bize
vaadedilen avdetinin heyecanıyla sabahlıyor ve akşamlıyoruz.
Yakın geçmişte Senden kopup ayrılanların çoğu zayi olup gitti.
Gidenler kendilerine yazıklar etti. Hepimizin belli ölçüde bir kopukluk
yaşadığı muhakkaktı; ne var ki, Senden uzaklaşmalar farklı farklıydı ve
kaybetmeler de o çerçevede cereyan ediyordu. Şimdilerde geç de olsa, böyle bir
ayrılıktan pişmanlık duyduğumuzu ifade ediyor ve Senin anne kucaklarından daha
sıcak bağrına dönmek istiyoruz. Yüzümüz yok, hicap içindeyiz; Hak katındaki
nazının geçerliliğine de ümitlerimiz tam. Keşke ne seviyede olursa olsun Senden
hiç kopmasaydık; kopmasaydık da, Senden, Senin dünyandan akıp gelen ışıklardan
ve ruhlarımıza boşalan mânâlardan hiç mahrum kalmasaydık.. ve Seni o inandırıcı
çehrenle içlerimizde hep taptaze ve dipdiri duyabilseydik!.. Heyhat! Farkına
vararak veya varmayarak bir kere koptuk Senden.. uzaklaştık kendimizden. Oysa
ki bizim, Senin gölgenin üzerimizde olduğu ve şeytanlara meydan okuduğumuz
günlerimiz, haftalarımız, aylarımız, yıllarımız vardı. Çevre hazanla inlerken
günler de geceler de bizde hep bahardı. Yıllarımızı, aylarımızı, günlerimizi
çaldılar ve bizi birer zamanzede haline getirdiler. Şimdilerde oturmuş
“Karanlığın son serhaddi, fecrin en sadık emâresidir” diyor ve bu zifiri
karanlıkların yırtılacağı eşref saatleri bekliyoruz; bekliyor ve viladet
yıldönümünde iyice coşan şefkatine sığınarak sana yalvarıyoruz:
Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed,
Aylar bize hep Muharrem oldu!
Akşam ne güneşli geceydi;
Eyvah o da leyl-i mâtem oldu!
……….
Allah için ey Nebî-yi Mâsum,
İslâm’ı bırakma böyle bîkes,
Bizleri bırakma böyle mazlum. (M.Akif)
Ey güzeller güzeli Sevgili gel, bir kere daha misafirimiz ol..
tahtını sinelerimize kur ve bize buyurabildiğin her şeyi buyur. Gel,
gönüllerimizdeki karanlıkları kov, bütün benliğimize ruhunun ilhamlarını duyur
ve bize yeniden diriliş yollarını göster. Gel, her gün biraz daha azgınlaşan şu
zulmetleri ışığınla dağıt ve herkesi inleten zulüm ve adaletsizlik ateşini
söndürüver. Gel, her şekliyle kine, nefrete, düşmanlığa kilitlenmiş şu zavallı
ruhların boyunlarındaki zincirleri çöz; sevgiye, merhamete, şefkate hasret
giden sinelerimizi muhabbetle, hoşgörüyle coştur; gel, ruhlarımızı aklın
aydınlığı, gönüllerimizi de mantık ve muhakeme enginliğiyle buluştur ve bizi
kendi içimizdeki kopukluklardan kurtar.
Ey şefkati, adaletini aşkın gönüller sultanı, Seni
unuttuğumuzun, Sana saygısızlıkta bulunduğumuzun farkındayız; ama Sen, şimdiye
kadar bundan daha acılarını da gördün; incinsen de küsmedin, vefasızlık görsen
de alâkanı kesmedin. Başını yaranlar, dişini kıranlar karşısında bile ellerini
açıp dua dua yalvardın. Seni bilmemelerini mazeret sayarak, lânet ve bedduada
bulunmadın, lânet ve bedduaya “âmin” de demedin. Sineni, Ebû Cehil'leri bile
ümitlendirecek ölçüde açabildiğin kadar açtın ve her sözünü, her davranışını
Hakk'ın rahmetinin enginliğine bağladın. Beklediklerimiz hakkımız olmasa da,
bütün bu yaptıklarının karakterinin gereği olduğunda şüphemiz yok.
Ey dost, kaç bahar gelip geçti biz hep hazandayız ama,
düşe-kalka olsa da hep izinde yürüme gayretindeyiz. Gel bizi bir kere daha
sevindir. Sevindir ki; bağının taptaze fidanlarıyla nâmını âleme tam duyuracak
demdeyiz. Bu dünya ışığa hasret gidiyor. Bizler o kırık azimlerimiz ve o
çatlamış ümitlerimizle, yolların hakkını veremesek de hep yollardayız. Sadece
hislerimizle de olsa, aradığımız sevgili Sensin; gel son kez içimize doğ ki
gönüllerimiz ışıkla dolsun, ufuklarımızı saran şu upuzun geceler yerlerini
gündüzlere bıraksın ve viladetin hakiki bayramımız olsun
ALINTI
0 yorum:
Yorum Gönder