Biz, bugün senden benden ondan değil,
bahardan konuşalım.“Gel, bugün Nevruz-u Sultanîdir.” Bak, yürüyen
gölgelerle dolu bu dünyada düşlerin sarayı yeniden inşa ediliyor.
Bir ışık seli
gündüzler, aydınlık ve saydam olmuş günler.
Güneş döküyor
eteklerindekini dünyanın yüzüne.
Ve senin,
benim ve onun yüzüne.
Rüzgâr,
dirimin ve ölümün kokularını savuruyor dört bir yana.
Çürümüşlüğün
ağır kokusunu, dirimin kokusunu.
Bahar
dallarının mahmur kokusu vuruyor burnuna. Savuruyor yaşamın gizemini meleklerin
kanatları.
Rüzgâr nedir
sahi?
Gerçekten
nedir?
Sadece bir
hava devini mi... kaldır gözünden uyuşukluğun o ağır tozlu perdesini.
Şimdi hasat
mevsimi...
Ve bir daha
düşün gördüklerini.
Tohumları
taşıdı durdu bir diyardan öbürüne o bereketli işçi.
Şimdi hasat
mevsimi.
Vakit
geldi.
“Bir
tebeddülât olacak, acîb işler çıkacak.”
Bak,
haşir meydanını andırıyor bağ bahçe, dere tepe.
Bas bas
bağırıyor geçip giderken zaman,
Ne diyor, bir
belle.
Sadece bir
uğultu mu rüzgârın sesi?
Kaldır
kulaklarındaki o ağır perdeyi?
“Yok olup
gitmeyeceksiniz toprağın altında.
Boşuna değil
bu tomurcuklanma.
Toprağın
altındaki o çürümüş kemikleri, tıpkı o kuru tohumları etlendirip meyveye
dönüştürdüğü gibi yeniden etlendirecek O.”
Fulyalara,
nergislere, lâle ve sümbüllere bak. Frezyayı da es geçme, ona da bak.
Hüsnühatla
yapraklanıyor ağaçlar bir kez daha.
Nasıl da
uzatıyorlar başlarını.
Araba
homurtularını, korna seslerini, insanların konuşmalarını sıyır at.
İşte o zaman
duyarsın yaşamın uyanış türküsünü
Şefkatli
bir gülümsemeyle bakıyor bahar sana, bana, ona.
Kalbinin
kapısında, pas tutmuş bir asma kilitti kış.
Açılıverdi
baharın anahtarıyla.
Arala o kapıyı.
Arala ki, ağır
ağır aksın ebediyetin sesi içine.
İçine umut
dolsun.
Toprağın donu
çözülüyor.
Bak, sızıyor
toprağa yağmur suları inceden.
Al eline bir
kap suyu, bir saksının yanına var ve ağır ağır sula onu.
O toprak gibi
senin ruhun da.
Ne gizemler
saklı bağrında.
Ne tohumlar
uyuyor koynunda..
Ne çiçekler
filizlenecek onda.
Ebediyet
çiçekleri, bir açtı mı hiç solmayacaklar..
Bugün ne
senden, ne benden, ne de ondan bahis yok.
Bugün
kendimizin dışına taşma, kendimizi aşma/açma zamanı.
Şimdi
düşüncelerine bir çift kanat tak.
Süzülsünler
yaşamın göğünde.
Uzanıver bir
dere kenarına.
Ayaklarını kar
suyuna daldır.
Buzların
eriyişini düşün.
Bir gün senin
de gönlünün karları eriyecek, bil.
Bunu ben değil
bahar söylüyor sana.
Hayatını
doluşturduğun odan darmadağınık.
Pencereleri
toz kaplamış.
Dışarıyı
görebileceğin az bir menfez de mi yok.
Şöyle küçük
bir alan yeter de artar sana.
Duvardaki
çatlaklarla meşguliyeti bir koy kenara.
Camdaki kir
pası da bırak.
Bak, hayatın
boynunda çiçeklerden yapılı bir gerdanlık var, adı bahar.
Bak, azıcık
bak.
Nasıl da art
arda patlıyor tomurcuklar.
Semanın
bağrında göveren yeni bir yıldız gibiler.
Sönmüş ateşin
alev alması gibi, ani ve defaten çıkarıldı kara toprağın bağrından bahar.
Ansızın bir
kuş gibi kondu bahçene.
Güzellik ve
sükûnet yağıyor ılık havaya.
Yeşil bir
şenlik ateşi alazlanmış ağaç dallarında.
Kederli
dünyanın içi içine sığmıyor.
Kasvetin
elleri yakandan düşüyor.
Giderken
çakmak çakmak gözlerini son kez gözlerine dikiyor.
Sanki,
“Yeniden geleceğim, bu gününün kıymetini bil,” diyerek.
Bırak bahar
seni sarsın
Uykusuz
kasvetli gecelerin gündüzü bahar.
Yüzüne konmuş
bir tebessüm bahar.
Tebessüm
tebessümle çoğalır.
Zoraki de
olsa, tebessüm yine de tebessümdür.
Varsın içinden
gelmesin.
Varsın, donmuş
olsun hislerin.
Kalbinde kış
hüküm sürse de, bırak bahar seni sarsın bir güneş gibi.
Birkaç harf ve
bir noktadan ibaret hayat.
Birkaç harf
ömür.
Bir noktacık
ölüm.
Hayatın
damarlarında atıyor baharın kanı, her yanı kuşatmış.
Ölümden sonra
dirilişin sergisi var.
Karşında tüm
haşmetiyle beliren bir gerçek var.
Maddi dünyaya
sığamayacak kadar büyük ama insanın küçük aklının alabileceği bir hakikat.
Karşında,
zamanın küllerinden yaratılan bir mucize var.
Adı Bahar.
Kanatlarında,
Ebedi Olanın selamı var.
Bir de
diyorsun, kimse beni sevmiyor.
MUSTAFA
ULUSOY-ZAMAN
0 yorum:
Yorum Gönder