Gün, nasıl başlarsa öyle
gidermiş.
Ruhumuzda uyuyan nice güzellikler gizli.
Hepsi de uyandırılmayı bekliyor.
Bunun için güneşin doğması, saatlerin çalması
yetmiyor.
Bu güzellikleri uyandırmaya, bazen hiçbir şey
yetmiyor.
Şükür ki, yarınlara dair emellerimiz yine de
bitmiyor, tükenmiyor.
Onlar da olmasa ne yapardık, nasıl yaşardık?
Allah’tan ki, bu ümit bazen bir söz, bazen de
bir dua olup, içimize akıyor, ruhumuzu uyandırıyor.
O anlardan birini bugün yaşadım.
“Allah’ım, beni bana bırakma
Adını dilimden uzak tutma,”
Diye diye, güne Allah ile, bu dualı sözle
başladım.
İçimin güneşi doğmuştu artık.
Açıldıkça açıldı, ruhu kat kat saran perdeler.
Ve ardından Hira’nın sorusu geldi:
“Ömür nedir?” diye soruyordu.
“Ömür, bu gündür,” dedim.
Hira, bu defa, “gün nedir?” dedi.
“Gün mü” dedim, “o, upuzun bir ömürdür.”
“Bir cümleyle açar mısın?” dedi.
“Bir cümleyle,” dedim, “bir gün, Allah için
yaşanmışsa eğer, işte o gün, Allah için yaşanmamış bir ömürden bile daha
uzundur, daha değerlidir.”
Hz. Ali’nin sözünü hatırlamanın tam sırası:
“Bir insanın öldükten sonra cennete girmesine
hayret etmem. Benim asıl hayret ettiğim şey; o insanın dünyadayken de cennet
gibi bir hayat yaşamasıdır.”
Büyük insanın işaret ettiği şey, son derece
yüksek bir iman nimetine erişmek olsa gerek.
Çünkü, hidayet ruhun cennetidir.
Rabbim, hepimize bu güzel iman yolunu ve
nimetini nasip eylesin…
Bediüzzaman’ın Mesnevi’sinde geçen bir cümle
yıllardır aklımdan çıkmaz:
“Ülfet ve âdet ve yeknesaklık perdeleri
altında çok harika hakikatler gizleniyor.”
Yahya Kemal de aynı dertten mustarip; “ülfet
belâlı şey,” diyor şairimiz. Hem de ne belâ…
Dünyada da, ahirette de baş belâsı, püsküllü
belâ…
ALIŞTIĞIMIZ bir şey olunca yaşamak, hayat
denen o büyük mucize, basitleşiyor âdeta.
Bir sabun köpüğü gibi sönüyor, elimizden kayıp
gidiyor. Nasıl bir şefkatle ve merhametle beslenip büyütüldüğümüz unutulunca
böyle oluyor.
En büyük nimet bile küçülüyor. Allah akla
gelmeyince, her şey O’nun bize bir nimeti, bir ikramıdır diye bakılmayınca,
sıradanlaşıyor ne varsa.
Bir değil, milyar değil, 100 trilyon hücreden
ibaret olan insan vücudundaki, o ilâhi sistemi bir düşünelim.
Sadece tek bir insanın vücudunda yürütülen bu
faaliyetler bile, akılları durduracak kadar harika değil midir?
Yüz trilyon hücremizin diliyle Rabbimize hamd
ederiz…
Evet, hayatı bu kadar hikmetli ve harika bir
şekilde yaratan Allah (c.c.), bu hayatın her ânı için her şeyden evvel ismiyle,
sıfatıyla anılmaya lâyıktır. Rahmetli Cahit Zarifoğlu bir şiirinde bunu ne
güzel ifade eder:
“Önce besmele, / en güzel kelime. / Allah’ım,
/ yol boyunca / bırakma elimi / düşerim sonra. / Allah’ım, / niçin halkettinse
beni / kalbime söyle iyice / engellerden arınsın yolum. / Allah’ım, / nasıl
pırıl pırılsa / güzelse sevdiğin kulların / öyle güzel kıl beni. / Allah’ım, /
O güzeller güzeli / hangi iyilik diledi senden / dilerim ben de öylelerini. /
Allah’ım, / Peygamber Efendimiz (s.a.v.) / hangi şerlerden sığındıysa sana /
upuzak tut benden de onları. / Allah’ım, / yol boyunca / tarih boyunca /
başıboş bırakma bizi.”
EĞER bu ince mânâları ve besmelenin esrarını
Bediüzzaman’ın eserinden ve özellikle ‘Birinci Söz’den öğrenmese, okumasa ve
görmese idik, gerçekten de işte o zaman cahil kalacaktık; gerinin de gerisinde
işte o zaman olacaktık. Şükür ki, Rabbimizi bildik, tanıdık ve sevdik. Böyle
bir Allah’ın adını anmayı şeref bildik, nimet bildik. Sonsuza kadar Rabbimin
her nimeti için elhamdülillah…
Hz. Peygamberin (s.a.v.) her daim, “Hayretimi
artır, Yârabbi!” duasına bütün hücre ve zerrelerimle “âmin” diyorum.
Allah’ım, hayretimizle beraber imanımızı da
artır. Âmin.
İMANIN önemine işaret eden tarihî bir öykü ile
yazımıza devam edelim:
Fatih Sultan Mehmet, bir gün Kur’an okurken şu
âyetin mânâsına takılmış:
“Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine,
Peygamberine indirdiği Kitaba ve daha önce indirdiği kitaplara iman(da sebat)
edin!” (Nisa,136)
Fatih:
“Âyet, zaten iman edenlere sesleniyor.
Ardından tekrar imanı emretmesi acaba neden?”diye düşünmüş.
Alimlerle sohbeti esnasında konuyu
kendileriyle paylaşmış. “Ne düşünüyorsunuz?” diye sırmuş.
Âlimlerin arasından Akşemseddin, “Sultanım,”
demiş. “Dışardan gelen seslere kulak verin, cevabınızı alın.”
Dışarıdan o sırada mehteranın kös sesleri
geliyormuş. Fatih, “Efendim, biraz açar mısınız?” demiş. Bunun üzerine
Akşemseddin şöyle izah etmiş:
“Sultanım, mehteranın davullarından ‘düm, düm’
sesleri geliyor. ‘Düm’ kelimesi sizin de bildiğiniz gibi Arapça’da ‘devam et’
anlamına geliyor. Âyetin de mânâsı bu olsa gerektir. Bu âyet, ‘Ey iman edenler!
Allah’a, Peygambere, Kitaba olan imanınızda her daim devam edin!’ mesajı
vermektedir.”
İnsanın elbisesi eskidiği gibi, imanı da
eskiyebilir. Elbise gibi, imanı da yenilemek gerekir. Öte yandan, âyetin
yorumunda şöyle bir incelik de düşünülebilir:
“Ey iman edenler! İmanınızı kontrol ediniz.
‘Allah’a inandım’ diyor, ama O’na itaat etmiyorsanız, ‘Peygambere inandım’
diyor, ama onun yolundan gitmiyorsanız, ‘Kitaba inandım’ diyor, ama Kitaba göre
yaşamıyorsanız, gelin imanınızı kontrol edin. Belki tam inanmadınız,
inandığınızı sandınız. Zira Allah’a iman, O’na itaati gerektirir. Peygambere
iman, O’nu rehber kabul etmeyi icap ettirir. Kitaba iman, Kitaba göre bir
hayatı netice vermelidir.”
Kışın geleceğine inanan insanlar, yazın sıcak
günlerinde, odun ve kömür telâşına başlarlar. Çünkü sıcak günlerden sonra, soğuk
günlerin geleceğine tereddütsüz inanmaktadırlar. Benzeri bir şekilde, âhiretin
geleceğine inanan biri, elbette ve elbette oraya hazırlık yapar. Orada işine
yarayacak şeylerle ömrünü değerlendirir. Demek ki, gerçek anlamda iman etmek
ayrı bir olay, kendini “iman etti zannetmek” daha ayrı bir olaydır.
ALLAH’IM! Sana karşı günah işleyenlere bile ne
kadar bağışlayıcı ve lâtifsin. Seni arayana ne kadar yakınsın; sana el açıp
yalvarana ne kadar müşfiksin. Ümidi sende olanlara ne kadar iyisin,
merhametlisin. Kim, senden yardım istemiş de reddedilmiştir. Kim, sana sığınmış
da ihanete uğramıştır. Kim, sana yaklaşmış da sen ondan uzak durmuşsundur. Kim,
sana kaçmış, sığınmış da sen onu kapından kovmuşsundur!..
Rabbim her şey senindir. Yaratan sensin ve
hüküm senindir. İsimlerinde gizlenenler ile ve nurunu örten perdeler ile bu
huzursuz ruhu, bu ıstıraplı yüreği bağışla.
Allahım, bütün alçaklıklardan korunmak için
sana sığınırız; senden başka bütün korkulardan; senden başka bütün
yoksulluklardan…
Allahım, yüzümüzü senden başka kimseye
çevirmeyiz, secde ettirmeyiz. Öyleyse ellerimizin de senden başka bir şeye
uzanmasını engelle ne olur!
Senden başka ilâh yoktur. Doğrusu ben de
nefsine zulmeden zalimlerdendim. Ama şükürler olsun Allahıma, âlemlerin
Rabbine.
“Allah’ım, beni bana bırakma
Adını dilimden uzak tutma,”
Selim GÜNDÜZALP