"Diş macununu
ben sıkacaktım!", "Ekmeği orasından kesmeyecektin!",
"Terliğimi oraya koymayacaktın!", "Elim boya oldu, şimdi ben ne
yapacağım?!", "O yırtık kâğıdı neden attın?" diye geçersiz
sebeplerle ağlama krizlerine giren çocuk sayısı, hiç de az değildir. Çocukların
yürürken kaldırımdaki çizgiyi takip etmeleri, yolda buldukları taşları toplayıp
evde biriktirmeleri, sürekli aynı oyuncaklarla oynamaları, aynı çizgi filmi
tekrar tekrar izlemeleri, yeni alınan bir kıyafeti kendisine ait olmadığı için
giymek istememeleri, zaman zaman anne babaları da endişelendirir. Acaba bu
sabit fikirler ve mânâsız ısrarcılık neyin habercisidir?
Bir çocuğun
davranışının anormal olup olmadığını değerlendirebilmek için çocuğun içinde
bulunduğu yaş döneminin özeliklerinin iyi bilinmesi gerekir. Takıntı, mantıklı
bir sebebi olmayan, zihne dâvetsizce gelen, açıklaması olmayan mânâsız
düşüncelerdir. Takıntılı düşünceler, 2 ile 5 yaş çocukları arasında sıklıkla
görülür, 5 yaşından sonra yavaş yavaş kaybolur.
Öğrenmenin en hızlı
olduğu bu dönemde çocuklar, aynı şeyleri tekrar etmeyi fazlaca önemserler.
Öğrendikleri davranışları ilmî bir gerçekmiş gibi titizlikle uygulamak
isterler, başkalarının da rutinleri aynı şekilde uygulaması konusunda ısrar
ederler. Yeni geldikleri bu dünyayı organize edebilmek için zihinlerinde
oluşturdukları alışkanlıklardan faydalanırlar. Bazı davranışlar konusunda
esneklik göstermeye şiddetle tepki gösterirler. Meselâ parka giderken giydiği
bir kıyafetini "park kıyafeti" olarak benimseyip
başka yere giyilmeyeceği konusunda annesiyle inatlaşabilir veya kendine ait
eşyalarını kreşte bırakmak istemez ve her gün yanında götürüp getirebilir.
Genellikle
anne-babalar, çocukların küçükken daha derli toplu ve titiz; büyüyünce ise
dağınık olduklarından yakınırlar. Kıyafetlerin değiştirildikten sonra mutlaka
yerlerine kaldırılması, başlangıçta takıntılı denecek bir titizlikle
yapılırken, çocuk büyüdükçe bunun kesinlikle uygulanması gereken bir iş olduğu
fikrinden uzaklaşır. Eşyalarının dağınıklığının kendisine zarar vermediğini
keşfeder. Bu durum aslında çocuğun takıntılarından kurtulduğunun bir göstergesi
olarak da değerlendirilebilir.
Ebeveyn tutumları ve
hayat alışkanlıkları, çocuklardaki takıntıları pekiştirebilir; mükemmelci ve
kontrolcü âilelerin çocuklarında genellikle daha güçlü takıntılar vardır.
Meselâ titiz bir annenin çocuğu, başka bir mekânda tuvalete girmemek konusunda
ısrar edip annesini eve geri döndürebilir, "kirlenme korkusu" ile
oyun hamuru oynamaktan kaçınabilir. Endişeli bir babanın çocuğu ise,
arabalarını farklı bir yere park ettiklerinde çalınacağını düşünebilir.
Yukarıda bahsedilen
çocukluk takıntıları, genelde mâsum olmalarına rağmen, âilelerin çocukların
takıntılarını önemseyip fazlaca üstünde durmaları, çocukların takıntı
gösterdiği alanlarda daha hassas davranmaları, mânâsız takıntıların
yerleşmesine, pekişmesine ve çocukların kişilik yapılarının etkilenmesine sebep
olabilir. Bu yüzden onların gereksiz rutinleriyle meşgul olmamak, onları
görmezden gelmek, rutinin dışındaki davranışlarla onlara örnek olmak, onların
davranış kalıplarını kırmalarına yardımcı olmak, yapılacak doğru
davranışlardır. Mâsum şekilde başlayan bu takıntıların, ileriki çocukluk
döneminde de devam etmesi "obsesif kompulsif bozukluk" (OKB)
denen rahatsızlığın ilk temellerinin atılmasına sebep olabilir.
Özellikle "yıkama,
sayma, sıralama, simetri, dokunma ve kontrol davranışları" saplantılı
düşünceleri bertaraf edebilmek için yapılan mânâsız davranışlardır. Zihin,
kendisine ve sevdiklerine gelebilecek tehlikelerden endişe duyarak bu
davranışlarla kendisini ve çevresini tehlikelere karşı koruduğuna inanır ve
geçici olarak rahatlar. Meselâ OKB'u olan bir kişi, konuşmaya başlamadan önce
üç kez yutkunmazsa, karşısındakine zarar gelebileceğini düşünerek üç kez
yutkunarak konuşmaya başlar. İşin tuhaf tarafı, kendisi de bu düşünce ve
davranış silsilesinin mantıksız olduğunu bilmesine rağmen bunu durduramaz.
Mantıklı düşünememe, zihnî bir yetersizliğin sonucu olmadığı gibi, gençlerde ve
çocuklarda OKB bilakis ortalama üstü zekâ düzeyi ile daha sık ilişkilendirilir.
Zihindeki mânâsız
düşünceler "obsesyon", onlardan kurtulmak için
gerçekleştirilen mecburî davranışlar ise "kompalsyon" olarak
adlandırılır. İnsanlara yerleşen bâtıl inançlar da "obsesif
kumpulsif" bozukluğun topluma yerleşmiş tezâhürleri olarak
değerlendirilebilir. Meselâ kötülüklerden korunmak için üç kez tahtaya
vurulması, elden ele bıçak verilirse kavga edileceğine inanılması ya da
merdiven altından geçmenin uğursuzluk getireceğine dair inançlar gibi topluma
ait takıntılı davranışlardır. Etrafta kol gezen, mantıklı açıklaması olmayan bu
inançlar, hiç alâkasız davranışlarla kontrol altında tutulmaya çalışılır.
Obsesif insanlar,
düşüncelerinin gerçekle ilgisi olmadığını bilmelerine rağmen zihinlerinden bu
düşünceleri bir türlü uzaklaştıramazlar. "Kontrolcü bir
obsesif", sınavda doğru şıkkı işaretleyip işaretlemediğini defalarca
kontrol ederken, artık kontrol işini öylesine abartabilir ki, yeni soruları
okumaya bile vakti kalmayabilir. "Saymacı bir obsesif" ise
yürürken adımlarını saymakla meşgul olduğu için etrafında olup bitenlerle
ilgilenmez ve sosyal ilişkileri bozulur, kazalara mâruz kalabilir. "Kirlenme" ile
ilgili obsesyonları olan birisi, her dokunduğu nesnenin ellerini
kirletebileceğini düşünerek saatlerce banyoda ellerini yıkayarak zaman
kaybeder, her şeyi bir peçete ile tutarak tuhaf bir görüntü oluşturur.
Böylelerinin günlük
hayatı da artık kontrolsüz düşüncelerin ve onlardan kurtulmak için uygulanan
mânâsız davranışların esiri hâline gelir. Her yeni takıntılı düşünce ile
başlayan zaman, enerji kaybı ve psikolojik yorgunluk, sürekli kısır döngü
hâlinde kişiyi yıpratmaya devam eder. Tedavi edilmediği takdirde takıntılı
düşüncelerin şekli ve davranışı değişerek devam eder.
Bu yüzden çocukluk takıntılarının hangilerinin önemsenip
hangilerin önemsenmeyeceği, önemli bir husustur. Takıntılar, âile tutumlarından
birebir etkilendiği gibi, genetik yatkınlık da OKB tanısında çok önemli bir
faktördür. Âile özgeçmişinde OKB bulunması, çocuklardaki takıntılı
davranışların daha hassasiyetle gözlemlenmesini gerektirmektedir. Takıntılar,
günlük hayatı etkilemeye başladığında, mâsumiyetini yitirdiğinde ya da erken
çocukluk dönemi sona erdiğinde uzmanlardan destek alınmalıdır.
ŞEBNEM DERGİSİ